Social Icons

.

Pages

25 Ekim 2013

Kürdistan’da ittifak siyaseti-3: HDP eleştirisi

HDP eleştirisi:
  HDP, Türkiye halkları için bir ihtiyaç olabilir. En azından Türkiye’deki mevcut sosyo-ekonomik dinamikler ve bu dinamiklerin belirlediği ideolojik altyapı bunu açıklayabilir. Siyasi bir ihtiyaçtır, çünkü hala Türkiye’de demokratikleşmeyi de Kürdistanlı siyasi gruplar bir talep olarak sunuyor. PKK/KCK/BDP çizgisinin Kürdistan’ın otonomiye dayalı varlığının kabul edilmesi talebi, Türkiye’deki demokratik gelişmeleri doğrudan etkileyecektir, belirlemesi ise bugüne kadar yapılan karmaşık analizlerin anlaşılır halidir.  Yalnız HDP’ye yönelik eleştiriler de en sertinden yapılmalı:
   HDP, hala Kürt siyasi varlığının iteklemesiyle mevcut siyasi alanda kendisine yer bulma çabasında. Bunun sakıncalarından biri Kürdistan’a dair demokratik ve devrimci kaygıların, karmaşık taleplerin “solun iki kutuplu/işçi sınıfı-burjuvazi” çelişkisine kurban edilmesidir.  HDP, halı hazırda ideolojik ve politik olarak Kürdistan’ın sosyo-ekonomik durumunu, politik durumunu deklare etmiş bir parti değildir. Kürdistan’ın “sömürgeden de aşağı” statüsünü açık politik teorilerle açıklamış da değildir. Ne olduğu belirsiz proajit söylemlerle Kürt/Kürdistan sorununa çözüm aramak ise derinliksizdir. Hala HDP’li vekiller “Balyoz ve Ergenekon” gibi çete davalarına onların lehine itiraz edebiliyorlar. Ertuğrul Kürkçü durumu hala “hukuksuzluk” üstünden anlatamaya çalışıyor. Bu çetelerin eksik yargılandığını, Kürdistan’da işledikleri suçlardan da yargılanmaları gerektiğini dillendirmek yerine, KCK davalarıyla eşitleyip buradan çete hukukunu savunmak kötü niyet değilse TR solunun çapsızlığıdır da… Bu çeteler belki Kürdistan’da ve Türkiye’de işledikleri insanlık suçlarından yargılanmadılar, ama darbe girişimleriyle yargılanmaları da desteklenmeliydi. Bunun ötesi yok. Bu generaller çetesi eğer güç getirseydi Güney Kürdistan’ı bile işgal edecekti. (2004-2005/2007-2008 siyasi iklimi)
   Normalde Türkiye solunun çeşitli grupları bir araya gelir, bir siyasal güç oluştururlar, sonra da Kürdistan özgürlük hareketiyle ittifak yaparlar. HDP ise bu doğal siyasi gelişmenin aksine Kürdistan cephesinin hem nicel hem de nitelikli gücünü arkasına alarak var olmak istiyor. Bunun verimli olacağı kanaatinde değilim. Belki bir yerel seçim çalışması olarak denenebilir, ama uzun vadede böyle bir girişimin başarısız olacağı açıktır. Daha dün HDP genel başkanı Yavuz Önen’in “Genel seçimlerde BDP olmayacak, sadece HDP olacak.” açıklaması ise tam bir facia. O açıklama şöyle olmalıydı: “Genel seçimlerde PKK olacaktır, biz PKK ile siyasi ittifak yapmayı düşünüyoruz.”  PKK olmayabilir, ama en azından Kürt-Kürdistan adıyla kurulacak bir partiden de söz edilmesi elzemdi. PKK’nin yasal siyasi faaliyette bulunması ise HDP’nin hedefi olmalıydı.
   HDP’nin bu gevşek politik tutarsızlığına Kürt siyaseti ne diyor?
Kürt siyasetinin nitelikli kesimleri kendi hesaplarınca bu gevşekliğe sessiz kaldılar. Bu, daha çok PKK’nin ve Öcalan’ın 70’lerden beri terk etmediği epistemolojik bağlarla açıklanabilir. Oysa 1968 gençlik hareketleri Türk oligarşisinin terörize ettiği “demokratik ulusalcı”  hareketlerden öte değildi. Zaten ulusalcı-Türk paradigmasının dışına çıkan Kaypakkaya çizgisi de yaygın solun dışına itilmeye çalışılmıştır. Siyasi gelişmesi ciltlerle açıklanabilecek, takdir edilebilecek PKK ve Öcalan’ın 1968 espistemolojisiyle hala bağ kurması ise PKK’nin “Kürdistan sömürgedir.” tezine ise zıtlıktır. PKK’nin kendi devasa gelişmişliğine, dönüşümüne hakarettir. Eğer taktik bazı hesaplar yoksa PKK, 68 Türk devrimci ruhunun Kürdistan’daki etkilerini de tasfiye etmekle övünebilir oysa. Bir dönem  Kürdistan’da “Doğu Anadolu Bölge Komitesi-doğu komitesi-doğu sorunu” şeklinde kendi örgütsel faaliyetlerini yürütmüş bir solla karşı karşıyayız. Bu örgütsel anlayışta oldukları dönemlerde PKK’ye açıktan cephe almışlardı. Hala hâkim Türk kibrinin/Türk şovenizminin gizlenerek TR solunun yaygın gruplarında devam ettiğini düşünüyorum. (Bu konuda Kaypakkaya çizgisi ve MLKP/ESP çizgisi Kurtuluş/SDP çizgisi eleştirilerimin dışındadır.)
   Kısacası Türkiye sol hareketlerinin “sadece Kürdistan soluyla ittifak yapması” gibi bir lüksü ve ilkesi olmamalıdır. Kürdistan milliyetçileriyle de ittifak yapacak genişlikte olmalıdır. Eğer prensip olarak böyle bir fikre yakın sol yoksa Kürdistanlı ulusal kurtuluşçular için boşa kürek çekmekten öteye geçmez ittifak ilişkisi. HDP için de geç değildir. Gezi direnişi ve onun ulusalcı popülizmiyle iyi geçinmekten öte solun değiştirici, dönüştürücü normu; Kürdistan ve demokrasi meselesini Türkiyelileştirmekten geçer. Kürt siyasetinin temel omurgasınınTürkiyelileşmesi değil, Kürdistan ve demokrasi davasının tüm tarihsel ve siyasal haklılığını Türkiyelileştirmek olmalı prensip…
   Bu fikirlerimi dayandırdığım devrimci-politik durum:
1.       TC’nin Kürdistan’daki sömürgeci ve benzeştirmeci varlığı devam etmektedir.
2.       Kürdistan’ın ulusal kurtuluşçu talepleri karşılandığı sürece Türkiye’de demokratik gelişmelerin önü açılacaktır.
3.       Kürdistan’da yıllardır sürdürülen savaşın Türklerin her sınıfsal kesiminde yarattığı travmalar onların Kürdistani talepleri haklılık misyonuyla anlamalarıyla gerçekleşir. Bunun da yolu KCK’nin 3 temel talebinin sürekli dillendirilmesinden geçer.
4.       Türk egemenlik anlayışının iki kanadı olan muhafazakar ve laiklerin iktidar çekişmelerine karşı iki kutuptan da ileri somut demokratik talepleri 3.yol olarak adlandırılabilir.
5.       Gezi direnişine atfedilen abartılı rol bir daha gözden geçirilmeli, Gezi’nin sınıfsal niteliğinden ziyade siyasal yönü esas alınarak değerlendirmeler yapılırsa bu direnişin “devletle-yurttaş” arasındaki “itaat duvarını” yıkması olumlanabilir. Gezi’nin ulusalcı popülizmine karşı esaslı siyasi mücadele vermek en realist yöntemdir. Tüm devrimci ve demokratik talepleri “ağaç-yol-çevre” sorununa indirgeyip buradan temel muhalif hareket geliştirmekse gülünç bile değildir.
Not: Barzani hükümetinin Kuzeyli ve Rojavalı siyasi hareketlere karşı tavrı bu şekliyle devam ederse önümüzdeki yıllarda Güney Kürdistan’da “federal oligarşi” ile karşı karşıya kalacağız gibi… Kürdistan’ın doğal ve ekonomik kaynaklarının dış sermayeye açılması şimdilik serbest piyasa kurallarınca ama bir o kadar acımasız bir rüşvet ve bürokratik çarkla dönüyor. İlk kriz döneminde siyasi ve ekonomik alanda birkaç mali grubun askeri-siyasi müdahalesi ile mevcut demokratik ortam da darbe alabilir. Umarım Güney’in değişimci-devrimci siyasi grupları bu tehlikeyi aynı zamanda Barzani hükümetinin PKK/PYD’ye karşı tutumu üzerinden de okurlar.



Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.