
"Bir anne adayı, sokakta hoşuna giden bir yabancıya rastlarsa, yiyeceğini elinden alma cesaretini gösterebilmeliydi. Böylece doğacak çocuk, onun kadar yakışıklı, onun gibi ince, uzun boylu; onun kadar soylu ve düzgün hatlara sahip olacaktı." Elinden kestanesi çalınan bu yakışıklı, Ömer Hayyam'dan başkası değildi. 1072 yazında Semerkant'ın Tütüncüler Meydanı'nda hamile bir kadın Hayyam'a yaklaştı tek bir söz söylemeden, çocuksu dudaklarından tek bir gülümse olmadan Hayyam'ın ellerinden birkaç kestaneyi kapıverdi.
Amin Maalouf'un 1988'de yazdığı "Semerkant" romanını okudukça Eski Türk kentlerini güçlü betimlemeler sayesinde izliyor hissine kapılıyorsunuz. Sokağın birinde aşırdığı elmayi göğsünde tutan bir çocuk, şehrin merkezinde bir meyhane, Çuhacılar Çarşısı'nda kandil ışığı altında süren bir tavla oyunu, İplikçiler geçidindeki çeşmeye eğilmiş yüzüne su deren bir katırcı, Tütüncüler Meydanı'nda şarap içtiği için bir grup serseri tarafından linç edilmek istenen İbn-i Sina 'nın talebesi Uzun Cabir... (Cabir, düşüncelerini açıkça dile getirdiği ve felsefe konusundaki duyarlılığından ötürü günlerce hapis yatmış, meydanda falakaya çekilmiş bir Buhara aydını aynı zamanda ...)