Social Icons

.

Pages

2 Ocak 2010

ALBAY İVANOVİÇ’İN AHLAK KUMKUMASI HATUNLARI


“Kızlar:
-Piyotr İvanoviç, bize bir şeyler anlatsanıza! Dediler. Albay, kır bıyıklarını burdu, öksürdükten sonra anlatmaya başladı. “ Çehov’un “BU O KADINDI” öyküsü böyle başlar. Albay İvanoviç, tarihin görüp göreceği en çapkın subayıdır. Her ne kadar kızlara bu hikayeyi anlattığı anda “ziftten kararmış bir çubuğa” benzese de gençliğinde tavus kuşu gibi kurumlanan, cilve yapan güzel bir delikanlı, bıyık burup sağa sola mangır savurdu mu etrafında onlarca güzel birikirmiş. (Kendini böyle anlatıyor.) Dünyalar güzeli tripleri yüksek bir gelin bile, genç subayın göz kırpıp mahmuzları şakırdatması ile bir anda çobanına itaat eden kuzuya dönmesi elde değil.(Günümüzde hala burma bıyık, mahmuzlu şövalye hayranı hatun var mıdır bilinmez, varsa bile cüzdan yoklayan bir yanını da zeki ve iş bilir kadın özelliği olarak profiline almıştır.) Fazla kadın dedikodusu yapmadan bu zampara albayımızın gençlik hallerini biraz daha deşelim. Albayİvanoviç, şimdilerde çevresindeki kadınlara hep “bayancıklarım” diye hitap eder, Rusça karşılığı nedir bilmiyorum. Gençliğinde ise “kuzucuklarım” dermiş. (Rus erkeğini hep hanzo bilirdim, şu sikinin uzunluğu sayesinde devrimi bile hızlandırmış, biz Anadolu erkeğine ergenlik dönemlerimizde ayda on defa cetvel kullanmak zorunda bırakmış, uzunluk ölçmeyi sikimiz sayesinde öğrenmişliğimizin müsebbibi Rasputin etkisi olsa gerek.) Genç İvanoviç, sineklerin örümceklere düşkünlüğü kadar “kuzucuklara” düşkündür. Hikayeyi dinleyen kızlara anlattığına göre koynuna giren Lehli ve Yahudi kadınları saymaya kalksa aritmetik yetersiz kalırmış. Kadınların Genç İvanoviç’e ilgisinin nedenleri elbette yakışıklı ve zampara olmasıyla tam olarak açıklanamaz. Yetenekli bir mazurka oyuncusu, bir alayın yaver subayı olmasını da etkisi oldukça fazlaymış. (Neden militarist aşığı yurdum kızlarının çok olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bunun öğrenilmiş bir davranış olduğunu tahmin ediyorum, Rus hatunların ilgi duyduğu karizmayı Asya’dan Anadolu’ya taşıma kaygısı olsa gerek… Gerçi Orta Asya yaylalarından geldiğimize göre Ruslarla ortak bir genimiz var diye düşünüyorum. ) Genç İvanoviç, şimdi daha belirgin bir karakter olmaya başladı; uzun boylu, yağız, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, kıllı göğüslü, iri sikli; centilmen, meslek sahibi (üstelik subay), telepati avcısı, güleç iyi huylu bir Rus.(Böyle bir profile bizim İnternet sitelerindeki erkeklere bile rastlayamazsınız.) Daha sonra öğreniyoruz ki yattığı kadınların kocaları yakaladığı zaman, kadınların kocalarını bile tokatlayan bir maçoymuş aynı zamanda… (Az önce ortak gen teorimi açıklayan temel veri de bu, maçoluk… Anlaşılıyor ki İvanoviç’in dedelerinden biri Türk’tür. Çehov bunu belirtmiyor ama, gizli bir Rus kompleksinden olsa gerek.) İşte bu bin bir türlü olumlu özelliklerin yarattığı genç yaverimiz kızlara anlattığına göre zaman zaman ilçeyi dolaşır, kah yulaf arar, kah saman almaya gider, kah Yahudilerle ve Lehlilerle at satıcılığı yapar, vazifeyi bahane edip Lehli kuzucuklara randevu verir onlarla gönül eğlendirirmiş. Yine bir Noel gecesi, hava dayanılmayacak kadar soğukken, atları bile inleten dondurucu ayazda Çenstohov’dan Şevekli’ye bir vazife ile yola çıkmış. Tam ayaza ve soğuğa alışmışken ansızın tipi başlar ve beyaz bir kefen gibi her yanı sarıp sarmalar kar. Rüzgâr, karısı elinden alınmış bir Rus beyi gibi inliyor ve sürücü ile birlikte yollarını kaybederler. Gecenin o saatinde deliler gibi dolaşıp dururlar ve sonunda zengin bir Lehli olan Kont Bayadlovski’nin şatosunu buluverirler. Bu konuk sever Lehli yabancıları içeri alır sıcak yemekler ikram eder. Kont , Paris’te yaşadığı için vekilharcı Kazimir Haptisnky kabul eder. Aradam bir iki saat  geçmeden Genç İvanoviç, vekilharcının karısıyla kağıt oynamaya başlamıştır bile. (Bu hikayeyi bizim Bulvar gazetesi okurlarından biri yazmış olsaydı yemek faslı olmayacaktı vekilharcının karısı direk misafirin pantolonundaki kabarıklığı fark edecek ve evin kuytu bir yerinde misafirin sikine yumulacaktı. Allahtan Çehov, az sonraki korkunç ahlaksızlığa bir gerekçe bulmuş ve biz yüksek ahlaklı okurları bu illetten kurtarmıştır.) Tabii, vekilharcının evinde yatacak oda olmadığı için Kontun şatosunda bir oda hazırlanıyor ve bu torpilli subay orda geceliyor. Şato hayaletler ve kötü ruhların yaşaması için oldukça uygun bir yermiş. Yemek sonrası şaraplandığı için oldukça neşeli bir hal almıştır. Yine de hayaletlerden biriyle karşılaşmaktansa yüz Kürt ile karşılaşmayı tercih edecek kadar da korkak. (Kürt’ü bendeniz eleştirmeniniz söylüyor, Çehov yüz Çerkez’den söz ediyor.) hikâyenin burasında enfes bir betimleme söz konusu. "Ortalığı tıkırdatan fareler, duvarlarda korkunç aile resimleri, eski zaman silahları, av boynuzları, kuruyan eşya çıtırdıları… Dışarısı ise herhangi bir ölüye Fatiha okutacak rüzgârın şiddetiyle betimlenmekte…" Boş odaları aydınlattığınız zaman Rusya’da karanlık odalardan daha korkunç oluyorlarmış. Bu korkunç uyuma eylemine bir ton da paranoya ve kuşku eşlik ediyor subayın durumuna. Pencereden giren hırsızlar, karyolanın altından çıkacak bir komünist pardon katil, rüzgarın ıslıkladığı hava boşluğundan içeriye sızan bir Kürdün sarhoşluk naraları, omzuna dokunacakmış gibi başucunda bekleyen domuz suratlı, gergedan cüsseli bir Ermeni…Kısacası sizi yatağınızdan etmeye müsait her türlü şeytani oyun… Tüm bu karmaşanın içinden terliklerin şıpşıp sesine benzer bir ses duyulur. Bir anda omzuna kuğu kuşunun tüyleri yumuşaklığında bir çift el dokunur. Sesinin tonu sabah ötüşlü bir serçenin sesi kadar huzur verici… Sıcak nefesiyle genç İvanoviç’in yanağını okşar, kulak memesini ısırır, elleriyle olmadık oyunlar oynar. İvanoviç, bu Lehli kuzucuğa sarıldığı an kalıba dökülmüş gibi ince, sıcak Tanrı’nın on yılda bir sipariş üzerine yarattığı bir kadın belini fark eder. Bir süre daha halvet ederler huşu içinde. Bir gece daha şatoda bu olay yaşanır. Albayın anlattığına göre aşk olmasaymış hayalet korkusuyla oracıkta ölürmüş. İki gecelik bu aşk üçüncü gün yerini genç subayın kadını terk etmesine bırakır. (Bu Çehov denen hınzırın bir de böyle bir özelliği var, biz okurlar tam da bu tip aşklarda entrika, bilmem bin bir türlü oyun beklerken ansızın o aşkı yarım bırakır benim gibi okurlardan bol bol küfür duyar. Bir de erkekler sikine kadar betimlenirken, “kuzucuklar, bayancıklar” romantik ifadelerle ya tavusa, ya serçeye ya da kuğuya benzetilir, öylece bırakılır, en iyi ayrıntı bel olur, kadının dudaklarından, kalçasından, meme ve göt simetrisinden haberdar olmayız.)
Albay Piyotr İvanoviç’i dinleyen kızlar işte bende de beliren bu sabırsızlık ve aymazlıkla sorarlar:”Eee, sonra?”Albay, yanıtlar,”Ertesi gün yola çıktım.” Kızlardan biri yine sorar:” Peki o kadın kimdi?” Albay,” Karımdı” der. Kızlar, arı sokmuş gibi aynı anda tepki verdiler. “Çok vicdansızsın, nasıl olur karın olur?” Albay, “O gece, Şevikli’ye karımla birlikte gittim.”der. Kızlar hayal kırıklığına uğramış serçeler gibi mırıldanıp durdular. Albay, “Demek, siz benimle sikişen kadının karım değil başka bir kadının olmasını istediniz. Tamam, gerçeği söylüyorum vekilharç denen herifin karısıydı.”
Kızlar neşelendi, gözleri pırıl pırıl yandı. Albaya daha çok sokuldular, bir yandan kadehlerine şarap dolduruyorlardı.

Böylece ahlaksızlığın ne güzel bir olgu olduğunu anlamış oldum ben. İşin gerçeği, genç subayın karısından söz etmesi beni de epey kırdı, hayal kırıklığına uğrattı, üzdü. Gerçeği öğrendiğimde de çok sevindim, belki kızlar gibi kırıtmadım ama hayalime bir an aldatabileceğim bir kadın getirmedim desem yalan olur.

6 yorum:

Adsız dedi ki...

öcelikle maşallah oldukça verimli bir dönemdesin alaşılan yazılar sürekli yenileniyor. bizde seyende güzel yazılar okuyoruz.ama bu defa isteğin üzerine biraz eleştiri yapacağım "sadece beğendimle olmaz mehtap"!!!
güzel yazı olmuş çehov,aşk,seks,rus edebiyatı,güzel ama eksik!!betimlemeler,şarap,rus kızları...sayın yazar tüm bunlar etrafınızda var olduğnu varsayabieceğimiz bir çemberin noktaları olabilcek konular.bundan dolayı yazıyı okurken her sözcük seni haykırıyor gibi geldi bana.
ama ama ama bu yazıda şu parantez içlerinde yaptığın yorumlar ya da ek bilgiler parantezden önceki cümle ile sonraki cümle arasında bağlantı kurmayı zorlaştırıyor. kopukluk oluşturmuş.parantezlerden sonraki cümleleri biraz daha güçlendirmelisin.
"albayımız" hitabı hoş olmamış sanki yemek programlarında tuzu,şekeri,unu tüm kamuya mal edip" tuzumuz ,şekerimiz,unumuz" şeklinde anlatan aşçılar gibi.bu yorumu biraz düşünmelisin.
cetvelle uzunluk ölçmeyi öğrenme meselesini gülerek okudum hatta öğrendim diyebilirim.hoş bir ayrıntı olmuş .buradaki anlatımda ayrıca iyiydi.
yurdum kızlarının maço sevgisi bana Sylvia Plath nın "her kadının gönlünde bir faşist vardır"sözünü aklıma getirdi.Keşke senin de aklına gelseydi metinler arasılık anlamında iyi bir deneysellik olurdu.
yazı için seçtiğin fotografı beğenmedim sadece pornografik duruyor.oradaki kadınlar ne kuğuya benziyor ne de diledikleri öykü ile şarabın ittifakı sonucu çakır keyif olmuş rus bayancıklarına.
son olarak belki feministçe bulacaksın ama ki öyle olmadığımı bilirsin bu son cümlede söylediğin" aldatacak bir kadın hayali" bir kadın okur olarak beni biraz rahatsız etti.tüm kadınların ortak sloganını fısıldadım kendi kendime "bütün erkekler aynı" sanki kadınlar değilmiş gibi;)Bir de şu tanrının on yılda bir sipariş üzerine yarattığı kadınları merak ettim hatta bir sipariş üzerine yaratılmış olabilir miyim diye düşünmedim desem yalan olur belki biraz ukalaca ama kime ne zararı var ;)-mehtap-

Yıkıcı Tutku dedi ki...

Sevgili Mehtap;
Son derece başarılı bir eleştiri sunmuşsun. Öncelikle çok mutlu oldum. Evet sana burdan açıkça bir övgü yapmak istiyorum, giderek toplumsal alışkanlıklardan kaynaklı ahlakçıl davranış biçimlerini tuzla buz ediyorsun. Eski yaşamışılıklarımızı, olumsuzluklarımızı sorun etmeden, bunu bir kişilik problemi haline getirmeden yazdıklarıma değer biçen halini, düşüncelerimi eleştiriye açık hale getiren yönünü sevdim. Eleştirilerin doğrultusunda bazı düzeltmeler yaptım. Parantez içi göndermelerin sonraki ifadelerle bağlantısı sanırım benim bazı algılarımla ilgili. Her okurda aynı algılar olmayabilir. Onun dışında senden blog yazılarından en beğendiğin 3'ü hakkında kısa bir değerlendirme isteyeceğim. Sevgiler...

Ebru dedi ki...

Yazıyı ilk okuduğumda belki serbest çağrışımın bir oyunu olsa gerek Ülke ve Özgürlükteki Bianka ve Marquez'in Benim Hüzünlü orospularım geldi aklıma. Her ikisini ortaklaştırıp üzerine bir de bu yazıyla ilişkilendirmek hayli zor olacak ama en azından gayret edeceğim:)
yazıda parantezin gerek içinde gerek dışında zaman zaman bahsi geçen Kürt den fena halde alındım, üzüldüm, kırıldım. Bunda en önemli neden Kürt olmam. Ben Kürt olunca kimser Kürtlere laf edemez mi derseniz ne haddime ama böylesine gümbür gümbür akan bir yazıda hani çok kızgınken bir anda ayağınıza dolaşan kediyi kurban edip tekmelersiniz ya ona benzettim içerisinde kürtlerle ilgili benzetmeler kurulan cümleleri. Belki anlatımı kuvvetlendirmek için uçlaştırmanın adıdır onu da bilmiyorum.
Kadının her yerde, her koşulda ne çok benzer özellikler gösterdiğini fark ediyor insan. Cinsel obje gibi görünmekten kaçınırken cinselliğine veya ucundan kıyısından bedenine, güzelliğine yapılan her övgüde teslimiyetçi tutumu. En başta söylediğim Bianka belki bunedenle aklıma geldi. O mücadelesi içerisinde kadın kimliğini ne çok ikinci plana atıyordu. (tabi çok uzun zaman oldu izleyeli) Tabi bir de Rosa:) İdolüm.
Yazınızda kendi geçmişinize göndermeler yaparak, hemcinslerinizi ve kendinizi alaya alır tavrınızı çok beğendim. inceden dokundurarak kendiyle dalga geçmeyi edebiyatta hep çok başarılı bulmuşumdur-ki burada da bu gayet açık.
Yine devam edeceğim.

Yıkıcı Tutku dedi ki...

Sevgili Ebru;
Eleştirideki nitelikliğinizi takdir ediyorum. Parantez içindeki "Kürt" tamamen son dönemlerde gelişen ırkçı hezeyanlara yönelik bir teşhirdir. Ayrıca Cehov dönemindeki Rusya'da Rus, Türk, Çerkez, Le,Yahudi gibi etnik kimliklerin ne kadar da rahat olumlu ya da olumsuz olarak kullandıldığını hatırlatmak istedim. (Çarlık Rusya'sının o korkunç dönemlerinde bile böyle bir anlayış beni şaşırttı, bir çok yazar bunu rahatlıkla yapmış hani Baba ve Piç romanını anımsayınca bunu da göstermek istedim.) Yani Kürtlere yönelik geliştirilen faşist linci teşhir etmek maksadıyla yazdım:) Rahat olunuz efendim...Onun dışında eleştiri üslubunuza çok çok beğeni diyorum... Bianka'ya da selamlar.

Ebru dedi ki...

Ha bilelim de:) aşireti toplamak zorunda kalmayayım.

Yıkıcı Tutku dedi ki...

Sevgili Ebru;
Bizim Cumhuriyet sonrası edebiyatımızda ve sosyal yaşantılarımızda "Kürt" sözcüğü on milyonlarca defa olumsuz bağlamda kullanılırken en ilerici şairlerimiz, yazarlarımız bile olumluyarak kullanmaktan kaçınmıştır. Bendeniz bir Sait Faik öyküsünde (ki çok beğenirim) karşılaşmadım, iyi huylu, kibar, hoş Ermeni ya da
Rum figürler vardır ama Kürt yoktur. Yani hiç Kürt yoktur:)

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.