Social Icons

.

Pages

23 Eylül 2010

Ben Küçük Bir Faşistim, "Çocuk Kalbin"de Generalim-2

Önceki bölümü Enrico’nun en sevdiği arkadaşlarından Garrone’den söz etmiştik. İri kafası, kocaman götü ile Benito’nun (Musollini) neredeyse minyatür hali. Giydiği gömlek, pantolon ve kazak o cüssesine dar geliyormuş. Böyle cüsseye bakmıyoruz tabii. Onun taralı saçları, kocaman ayakkabıları ve minik Enrico’yu aşka getiren bir de siki olmalı ki derste arada bir Garrone'ye bakıp ondan gülücük almasına vesile olmuştur. Enrico bunu, “Sevgili Garrone seni sevmek için bir kere yüzüne bakmak yeter.”diye hayal eder iç sayıklamalarında. Yazar Edmondo, artık "iyi - kötü" kriterlerini belirlediğine göre Enrico’ya “Garrone’nin iyilerin hamisi, kötülerin korkulu rüyası” dedirtmiştir. Anlıyoruz ki bir okul olmasına rağmen Garrone’nin sedef saplı bıçağı ile burayı kışlaya çevirme düşüncesi vardır. Garrone, burayı ciddi bir “bozkurt” (İtalya’da bu tosuncuklara kara itler dendiği de oluyormuş.)yuvası yapmıştır. Enrcio’nun Garrone sevgisi de bu güce hayranlık duymasından kaynaklanıyor. Garrone’ye bir suçlanmada bulunulduğu zaman gözlerinden ateş saçar, sıraları yumruklar, bağırır, çağırırmış. (Bakınız, Benito’nun 1925 yılındaki tarihi konuşmasına... Yasadışı çeteleri Faşist Parti’nin hizmetine sokmakla suçlandığı için meclis kürsüsünü yumrukluyor, sesini yükseltiyor, kızıl kahpe dediği komünistleri küçük birer böcek olmakla suçluyordu. Meclisteki kışkırmış çoğunluk da onu delicesine alkışlıyordu.) Garrone öküzünün anlatıldığı bölümde şöyle bir ifade var, “Bir arkadaşının hayatını kurtarmak için ölümü bile göze alacağından o kadar eminim ki…”şeklinde Enrico’nun aşkını depreştiren de bu fedakarlığı...


Bu bölümden sonra artık karşımızda bir de sert karakterli, dik başlı, zengin, gururlu bir İtalyan baba var. Oğlu Nobis’in yoksul bir çocukla kavga etmesinde iyi ahlakı sayesinde tüm sınıfa, öğretmenin deyimiyle “yılın dersini vermiş” bir pre-faşist baba…Ardından sokağın birinde karşılaştığı arkadaşı Koretti ile, Koretti’nin yoksul hayatıyla tanışıyoruz. Koretti’nin annesi hastadır. Ziyaretlerine gittiklerinde minik faşo Enrico soğuk, duygusuz ve sürekli gözleri evde bir şeyler arayan bir sincap şaşkınlığındadır. Onun, Koretti’yi sevmesi için az sonra duvarın birinde asılı duran Koretti’nin babasının asker üniformalı resmini görmesi gerekecek, öyle de oluyor, olmasa şaşardım. Ben de tam “Nerde lan bu puşt subay babanın 1866 yılındaki Fransızlarla yapılan savaştaki resmi?”diye sorarken imdadıma yetişiyor. Cezalandırıcı öğretmenler olmamasına rağmen okulundaki eğitimciler her daim büyük ceza tehditleriyle, mevzide düşman askerini bekleyen savaşçı titizliğiyle tetikte beklerler. Enrico ya da yazar Edmondo şimdilik savaşı başlatmadı, bunun için henüz bir zemin yok ama ileride ciddi ölüm ve yaralanma vakıaları yaşanabilir. Benden söylemesi…

Az sonra alıyoruz ki Enrico'nun okul müdürünü sevme gerekçesi yine bir askerlik ve savaş olayı. "Müdürün oğlu savaşta vurulduğu için müdür sevilmeliydi." Onun dışındaki tüm sevme gerekçeleri bu minik İtalyan’a göre değil.
Enrico’nun, müdür ve askerleri sevmesine sebep paragraf:

Bir kaldırımda durup bakıyorduk, Garrone her zamanki gibi ekmeğini dişliyordu. Her zaman iyi giyenen, durmadan elbisesindeki tozları silkeleyen Votini, babasının ceketini giyinen demircinin oğlu Precossi, küçük kızıl saçlarıyla Krossi yusyuvarlak yüzüyle Fronti ve topçu yüzbaşının oğlu Robetti … Hepimiz, hepimiz piyade alayının o şanlı geçit törenini izlemek için buradayız. Fronti, topallayan bir askerin yüzüne bakıp kahkaha ile güldü. Ama tam o sırada birisinin omzuna el koyduğunu hissederek dönüp baktı. Müdürümüz:


-Yaptığına dikkat et, diyordu Fronti’ye taburdaki sırasında bir askerle alay etmek elleri bağlı bir adama hakaret etmek gibidir.” Aynı müdür, askerlere saygı duyulmasını ister az sonra nara atarak...1848 yılından bu yana bu askerlerin büyük İtalya birliği için savaştıklarını, tek var olma nedenlerinin vatan savunması olduğu ajitasyonunu yapar. Bu anın korkunç militar sahnesine dayanamayan Garrone, heyecandan ağzı salyalı şekilde bağırır: “İşte bayraaaak!” tüm yavru kurtlar, müdürlerinin talimatına uyarak ellerini alınlarına götürdüler ve bayrağı selamladılar. Küçükken selam duran çocuklar büyüyünce onu eserken bile inciten rüzgarın amına koyma psikolojisine erişmişlerdir. Artık İtalya bu küçük yavru kara itlerin omzunda yükselecek…

   Bu bölümde şunu anlıyoruz: Faşizm öncesi duygu selinin tüm bir benliği sarıp sarmaladığı çocukluğun bir olayı, bir nesneyi, bir hastayı, bir yürüyüşü, bir müdürü, bir askeri sevmesi için tek geçerli koşul savaşmaktır. Bu savaşı da simgeleyecek olan bayraktır. Bunun dışındaki tüm arayışlar beyhudedir. İyilik, iyi ahlak, yardım ancak asker imgeli bir olay ve olgu karşısında dile gelebilir. Bir arkadaşınızı sevecekseniz onun bayrağa asker selamı vermesi, asker geçit törenlerinde çocukluğun en sevimli ve doğal hali olan eğlencenin değil, asker bir gururun ifadesi olmalı… Evet, dostlar bu küçük faşist generalin büyüdükçe neler düşündüğüne, neler yaptığına, neler için fedakarlık gösterdiğine, niçin bir şeyi sevmesi gerektiğine, bir varlığa saygı duyması gerektiğine, emeğin kişisel özgürlükler için maddi bir temel mi yoksa ortak milli duygular için bir meta mı olduğuna tanık olacağız. Ben şimdiden, “Sikerim lan böyle vatan sevgisine, böyle millet sevgisinin beynine tüküreyim.”dedim. Daha sonra devam edeceğiz.
                  

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.