Social Icons

.

Pages

21 Eylül 2010

Ben Küçük Bir Faşistim, "Çocuk Kalbin"de Generalim

Roma’yı kimler kurdu, kimler imara, tarıma, yaşama açtı bilinmez ama bir grup Türk’ün gidip Roma şehrine aşk, sevgi, din, iman, seks, pozisyon zenginliği öğrettiği bilgisi de sanırım 1926 yılında bizim memlekete girdi. Önemli bir tarih mi, evet önemli bir tarih…Bennito o koca kafasıyla fasciolarda, korporasyonlarda, siyah gömlekli militanlarına “kızıl kahpeleri” dövdürürken, o meşhur meclis konuşmasından tam 1 yıl sonra Edmondo De Amics’in küçük generalinin dünyaya sevgi mi nefret mi yaydığı belli belirsiz kitabı da bizde yayınlanmış bulunmaktaydı. Cumhuriyet gazetesinin “Kemalist Türkiye’den faşist İtalya’ya selam.”manşetinden muhtemelen birkaç yıl önce…Tabi bu kitabın yayınlanmasından sonra Etrsuklar teorisi de gırla gidiyordu. Andolu’dan fi tarihinde göçen her ailenin Türk olduğu varsayımına Halikarnas Balıkçısı bile inanıyor, buna rağmen hapse girmemekten kurtulamıyordu. Belki de Ata’mızın “Her Türk asker doğar.”vecizesi de küçük Enrcio’nun o şaşalı asker-çocuk deneyimlerinden sonra söylendi. Biz biliyoruz ki Türkmen aşiretlerin Osmanlı ordusunda yeri ve gücü sınırlıdır. Sınırlarda yem diye bırakıldılar, oradan oraya sürülüp bırakıldılar. Devşirmelerden askeri birlikler kurulunca hepsini doğal Türk kabul etmek durumunda kalıyoruz. Neyse konumuz Türklerin siyasal tarihi olmadığına göre bu konuda daha fazla ahkam kesmek sanırım hadsizlik olur.


Theodosis’in ölümünden yüzyıllar sonra Roma Birliği yeniden düşünülmüş, Vizigotların, Galyalıların, Vandalların, Ostrogotların, son olarak Avusturyalı hergelelerin Po ovasının zenginliklerinden yararlanma emelleri İtalyanları da tarihsel bir hınçla doldurup 1841 yılındaki Viyana Kongresine sürmüştür. 1831 yılında “Genç İtalya” gizli örgütünü kuran Gusippe Mazini, Carlo Alberto ile bir anlaşma yapıp hayalindeki İtalyan Birliğini canlandırmaya çalıştı. Ama bu hayali kısa sürede fiyaskoyla sonuçlandı. Bundan sonrası kanlı bir tarihtir. Kralın “statuto fondamantel”(anayasa) çıkarması bu kanlı ayaklanmaların sonunda geldi. Tüm bu çalkantılar içinde kalan papa bilmem kaçıncı şey ikide bir Verona, Napoli ve Po dukalıklarına yeni herifler atıyor, liberal eğilimleri desteklemeye başlamıştı. En son Roma senatosuna atadığı liberal Pelegrino Rossi 1848 yılı8nda öldürülür. Nihayet 1861 yılındaki siyasi birlikle artık komşularının zararına topraklarını genişletmeyi başardılar. Bu andan sonra ciddi cephe savaşları başladı. İşte vatansever Edmondo bu savaşlara katıldı. Büyük yararlılıklar gösterdi, savaşı bırakıp yazı yazmaya başlayınca da askeri kültü yücelten “Yüce Trestina sen İtalya’nın şirin bir şehrisin” şarkıları eşliğinde gök-mavi bayrağa selam vermeyen güvercinleri çocuklara vurdurtmaya başladı. Sapan yetmezmiş gibi bomba bile kullanmaya gönüllü çocukların yetişmesini sağlayacak, ülkü birliğine dayalı vatansever çocuk fenomeniyle Avrupa’yı titretecek, 1926 yılından 40 koca yıl önce tüm İtalya Mazzini’in ulusalcı sol hükümetiyle “Avrupa’dan Afrika’ya bir çizme gibi giren” şiirleri eşliğinde İtalyanların gönlünü alacaktı.

Küçük Enrico okulun ikinci gününde annesini kaybetmiş bir öğretmenle karşılaşmış, onu çok sevmiştir. Henüz 3.sınıf öğrencisi olan Enrico, yazar (yani babası Edmondo) aracalığıyla iyi ile kötüyü fark etmiştir. Sınıf öğretmeni sıra üstünde dans eden çocuğa bile ceza vermemiş ama daha da kötüsü üstü örtülü tehditlerle cezanın alasını hissettirmiştir. (-Sınıfımız bir aile ocağı olsun, kimseyi cezalandırmak istemiyorum. İyi çocuklar olduğunuzu gösterin.and içmenizi istiyorum. Umuyorum ki tümünüz bana katılıyorsunuz.) bu konuşmadan etkilenen dansçı öğrenci “dans etmenin” kesinlikle kötü olduğunu kavrıyor ve öğretmeninden özür diliyor. Kalabrialı bir çocuk olan bir başka Enrico, Torontolu Ernesto ile karşılaşması ise idealize edilmiş İtalyan Birliğinin masum askeri törenleri gibi. 14 yaşındaki Garrone ise geniş omuzları, kocaman başıyla Bennito’nun fiziksel varlığının adeta öncesi…Garrone hakkında öğreneceğimiz önemli bir bilgi de tüccar babasının üç savaştan aldığı madalyalar…İşte, ertesi gün bu Bennito kılıklı Garrone, sebze kabuğu fırlatan arkadaşlarının “suçunu” üstlenir ve yaramaz arkadaşlarının öğretmenin hışmından kurtarınca dört çocuk adi, aşağılık olur, Garrone yüce bir kişilik olur. Garrone yoksul İtalyan çocuklarının, zayıf, çelimsiz Nelly gibi çocukların da koruyucusudur. Enrcio, kız kardeşi Sylvia ve annesi kendilerini yardıma çağıran Torinolu bir kadına yardıma gittiklerinde ise ona kullanılmış çamaşır götürürler. Bu kadın sebze satıcısı, sarışın, zayıf bir kadındır. Enrico’nun sınıf arkadaşı felçli Krossi’nin de annesidir. (Zaten şaşardım, yoksul bir çocuğun felçli olmamasına, kusurlu olmamasına… Öyle olmalı ki güçlü, zengin İtalyanların hükmünü ve yardımlarından bir bok anlasınlar) Bu arada küçük Enrico, Krossi’nin o güçsüzlüğüne rağmen sürekli ders çalışmasına şaşıran annesi ve babası tarafından fırçalanır. 1 haftalık günlükler sonunda Enrcio’nun aylık öyküsü karşımıza çıkar. En büyük hayali cesur bir asker olmak. Okul-öğretmen-aile-yoksulluk demek bu askerin yetişmesinde birer araçmış. (Varlığı bizim minik militar Mehmetçik öğrencilerimize armağan olsun.) Nihayet “yurtsever” öğretmen asıl meramını anlatmaya başlıyor. Enrico’nun küçük general olma hayalleri de bu andan itibaren başlıyor. Padovalı Yurtsever Çocuk’un öyküsü… Padovalı çocukla eğlenen, Fransız, İspanyol, İsviçreli ve Avusturyalı birkaç züppe önce Padovalı yoksul çocukla bir gemi yolculuğunda dalga geçiyorlar, sonra ona para veriyorlar, o da İtalyan ekonomisine katkı yapmayı düşündüğü an onların, “Cahil İtalyanlar, hırsız ve haydut Cenovalılar.” Laflarından sonra yoksul kalmaya devam ediyor ve aldığı paraları iade ediyordu. Böylece Enrico ilk düşmanlarıyla tanışmaya başlıyor. Küçük Enrico artık gönüllü bir minik vatanseverdir. Padovalı çocuğun hikayesinin yazılı halini kız kardeşi Sylivia’nın okulundaki kızlara ve öğretmenlere dağıtıyor. Bir anda küçük bir kızın kaybettiği patronunun parasını denkleştirmek için Torinolu zengin bir kızın öncülüğünde 30 bin Liret toplanır ve baca temizleyicisi kızın hayatı kurtulur. Böylece parasını kaybettiği için küçük kızın hayatını söndürecek “vatansever” patronun da parası…

Bu bölümü burada bitiriyorken Bennito öncülü Garrone ile Enrico arasında reislik muhabbeti başlamıştır. Artık Garrone yiğit bir “dev-kurttur.” Enrico, onda geleceğin İtalya birliğini sağlayacak azameti görür…

Devamı başka güne… Sikik faşizmin kodlarını çözmeye devam…
   

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.