Social Icons

.

Pages

24 Temmuz 2011

ZOR ZAMANLARDA KESİŞEN HAYATLAR: AVUKAT, DOKTOR, ÖĞRENCİ


    16 Mart 1988 tarihinde Irak-İran Savaşı devam ederken Güney Kürdistan’da Kürt ayaklanmasını kırmak maksadıyla tarihte benzerine az rastlanır bir katliam yaşandı. Halepçe’nin bütün sokakları cesetlerle doluydu. Etrafta kesif bir kokuya Kürtlerin “havarları” eşlik ediyordu. Derileri kavrulmuş çocuklar, bebelerini kucaklarında can veren kadınlar, vücutları mosmor kesilmiş genç kızlar… Sözcüklerle anlatılması zor bir trajedi o yıl Türkiye basınında “Kuzey Iraklılar” olarak verildi. Kimliksiz ve dağ Türkü oldukları iddia edilen bu insanlar sınır komşularına sığınmak zorunda kaldılar. Binlerce insan nefes alma pahasına 1991 yılında Türkiye’ye göç ediyordu. Öyle ya Kuzey Iraklılara devletimiz kucak açmış, onların nefes almasına izin vermişti.
   O yıllarda Kırşehir doğumlu bir doktor Şırnak’a tayin edilir, adı Mehmet Tanrıbuyurdu… Okullardaki öğretmen yetersizliğinden ötürü zaman zaman felsefe derslerine giriyordu. İki öğrenciyle tanışmıştı: Bışeng Anık ve Halit Güngen…  Bir başka doktor Elazığlı Hasan Kaya da gönüllü gitmişti Şrınak’a… Yeminleri gereği bu doktorlar teröristleri, köylüleri, çocukları, askerleri, özel timleri çoğu zaman ücretsiz tedavi ediyorlardı.
     1991 yılının mart ayında “Kuzey Iraklılar” Şırnak’a yerleştirilmişti. Çoğu çadırlarda kalıyor, ekmek ve su bedeliyle Türkiye kamuoyuna “devletin sıcak kucağı” propagandası yapılıyordu. Dünyaya her zamanki gibi “mutlu Türkler” pozu da verilmiş oluyordu. Her iki doktor da Kürtlerin yaşadığı bu acılara ilk defa tanık oldular. Ellerindeki imkanları sonuna kadar kullandılar. O günlerde bu dramı dünyaya duyurmak amacındaydılar. Dr. Mehmet Tanrıbuyurdu, bölgeye gelen BBC muhabirlerine “Şırnak’ta bir insanlık sorunu olduğunu, insanların tedavilerinin yapılması için gerekli ekipman ve malzemenin eksikliğini, devletin ilgisinin promosyon amaçlı olduğunu “ söyledi. Şırnak tümen komutanı Mete Sayar bu röportajı duyar duymaz iki doktoru da tehdit etti.
    Tam bir yıl sonra Şırnak’ta Kürtler kitleler halinde Newroz kutluyorlardı. Bir süre sonra bayram katliama dönüşecekti. Tuğgeneral Mete Sayar’ın talimatıyla askerler, polisler, korucular halka rastgele ateş ettiler. Cizre ve Nusaybin'in ardından Şırnak'ta da Newroz kutlamalarının yapılacağı Cumhuriyet Meydanı'na doğru yürümek isteyen halka asker, polis ve özel timler tarafından saldırı yapılmıştı. PTT binası, Öğretmen Evi, TEK binası, Uludere yolu üzerine barikatlar kurulmuş ve alana girmek isteyen halka dört bir taraftan saldırı yapılmıştı. Sadece Şırnak merkezde 25'ten fazla insan katledildi. Kitlelerin üzerine panzer sürüldü. Evlerinden çıkmak isteyen kadınlara, çocuklara ateş edildi. Ve kurşunla, kalaslarla yaralanan yüzlerce insan... Üç gün boyunca Şırnak’ta devlet terörü estirildi. Yaralılara ateş ediliyor, onların tedavisine izin verilmiyordu. Doktor Mehmet Tanrıbuyurdu ve Dr. Hasan kaya her türlü sağlık sorununa müdahale ediyor, bir can bile olsa onu kurtarma duyarlılığıyla hareket ediyorlardı. Hastanelerde görevli bazı hemşireler, onları özel tim birimlerine ve Mete Sayar’ın terörist birliklerine ihbar ediyorlardı. Anında tehditler gelmeye başlar, o günlerde lise öğrencisi, 17 yaşında bir genç olan Bişenk Anık da gözaltında işkence sonucu öldürülür. Bu iki doktor için artık dayanılmaz andır…  Aylar sonra kente bir heyetle gelen Aziz Nesin ile Tuğgeneral Mete Sayar arasında bir konuşma olur, Sayar, “Ben Şırnak’ta çok özel bir tablo yapıyorum, buna leke düşürecek olan Şırnaklıların başına dünyayı geçiririm, geçirdim de…” Sonrasında Aziz Nesin ve heyet bu terörist paşa tarafından kovulur…
    
    21 Şubat 1993: Bir grup kontrgerilla üyesi, Şırnak görevinden sonra istifa edip Elazığ’a yerleşen Doktor Hasan Kaya’yı telefonla arayıp , “Yaralı
 militanları  olduğunu, acil tedavi gerektiğini “ söylerler. Doktor, ettiği yemin gereği bu tedaviyi yapacaktır. Ama ürker, çünkü o dönem Kürt coğrafyasında çakallar, köpekler, kuzular tanınamaz durumdalar. Her şeye rağmen Doktor, arkadaşı olan İHD Elazığ şubesi üyesi Metin Can’ı yanına alarak tedaviye gider. Altı gün boyunca  kendilerinden haber alınamaz. Kayboluşlarının dördüncü gününde İçişleri Bakanı şöyle diyecekti: “Yakında bırakılırlar, paniğe gerek yok.”  27 Şubat günü Doktor Hasan Kaya ve Avukat Metin Can’ın cesetleri Tunceli merkeze yaklaşık 4 km, jandarma karakoluna 2km mesafedeki Dinar Köprüsü altında bulunur. Tam bir yıl önce yani, 16 Şubat 1992 günü bir dergide “Hizbullah, çevik kuvvet, özel tim, mit, jitem.” Bağlantılarını haber yapan genç gazeteci Halit Güngön de faili-i meçhul cinayete kurban gider.
      1993 yılında İstanbul’a dönen Doktor Mehmet Tanrıbuyurdu aynı yıl Cudi dağlarındaki PKK militanlarıyla ilişki kurar ve PKK saflarına katılır. 14 yıl boyunca Dr. Mahir kod adıyla hem dağlarda gezer hem de kitaplar yazar. 27 Haziran 2007 tarihinde bir grup arkadaşıyla baskına uğrar ve öldürülür.
   Kürtlere 1990’lı yılları hatırlatmak isteyenlere, hala bu sorunun çözümü için suyu derelerden tersine akıtmak isteyenlere: Kürt sorunu az Halepçe, az Şırnak, az Kırşehir, az İstanbul, az Elazığ’dır, derim. Sorunun aktörleri de doktor, avukat, öğrenci, işçi, köylü, kadın, erkektir…

     
     

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.