Social Icons

.

Pages

23 Ağustos 2011

BİR KİŞİLİK ÇIKMAZI OLARAK YÜCELİK

   Kürt sorunu tartışıldığında hep “PKK, aslında Türk medyasıyla ateşkes yapmalı” diye söylenirdim. Önceleri şaka yollu dillendirdiğim bu söylemin giderek ciddileştiğini fark ettim, günümüzde artık nerdeyse “bomba, mermi, kimyasal gaz” olarak Qandil’e düşmek isteyen onlarca, yüzlerce gazeteci, fikir insanı, akademisyen; kadın, erkek okur-yazarların varlığını düşündükçe kendimi kıstırılmış, bir köşeye devasa yaratıklar tarafından sıkıştırılmış gibi hissediyorum. Mideme kramp girmiyor, ama beynim duracak gibi oluyor.
   Benim için “Kim bu herif?” diye sorduklarında; “ahlaksızın teki, sapığın teki, döneğin teki.”diye cevapladıklarında ve ben bunları duyduğumda gayet keyifleniyorum.  Belki de varoluşumu belirleyen her neyse onun farkına varıyorum. Aslında hakkımda bu söylenenler bana bir özellik de yüklüyor. Böylece benim için de söylenen bir şeyler olacaktı.  Mesela yüksek tirajlı bir gazetede yazmıyorum, orda yazmak için iki yıl önce “Kürtler, Ermeniler, Aleviler ve diğerleri özgürleşmeden biz başörtülüler özgürleşmeyiz.” deyip iki yıl sonra “Kürtler ve diğerlerinin canı cehenneme aslolan siyasi iktidarın egemenlik alanı” demiyorum. Bunun için kendimle övünsem de bu “sosyal ve cinsel” ahlaksız olmamı hafifletmiyor! Yine ağır bir bombardımanda öldürülen sivillerin hesabını sorma, hatırlatma, yayma gibi kişisel sorumlulukların yerine birinin Bodrum’da sıradan bir tatilini ya bir etnik aidiyete ya da bir siyasi parti düşmanlığına dönüştürmedim. Hatta çok da doğal karşıladım.  Ama ben seks yaparken partnerimle aynı referanslardaysam göt yalamaktan utanmayan bir sapığım. Hakkari’de bir çocuğun kolu polislerce kırıldığında bunu teşhir eder, karşısında korkularımı aştığım oranda yürürüm, slogan atarım, imza kampanyasına katılırım, ama biri Turgenyev ayarında güzel bir roman yazdığında da o eserin onuruna şarap içer, dost meclislerinde eseri ve yazarını överim.  Hatta bir hafta sonu evin salonuna kurulup kırmızı et ve ucuz şarapla günümü saatlerim, porno izlediğim bile olur. Buna rağmen ben iyi biri değilim. Birilerinin bana kötü demesine keyifle gülecek kadar da kişiliksizim! Bir topluluğun doğal haklarını siyaset ve benzeri yöntemlerle talep edenlere sempatiyle bakıyorum, “doğal hak” kavramı işin içine girdiği andan itibaren devletin bekası, vatanın bölünmezliği, bayrağın tekliği, dilin biricikliği az önce yaladığım göt kadar özgürleştirmiyor beni. Ha, kiminiz, “Niye buradasın lan dağa çıksana.” diyebilir, buna da aldırış etmeyecek kadar döneğim, hainim! Tarihi açıklarken falan hadis, falan ayet diye yüce referanslardan yararlanmıyorum, Foucault ile İmam-ı Azam efendimizi aynı cümlede kullanmıyorum; mutlaka ilk insanın bugünkü kadar mükemmel olmadığını, kusursuz konuşamadığını, arızasız ileteşemediğini, üretim ve sosyal araçların bu kadar zengin olmadığına insanın uygarlık serüveninin emeksiz, tasarımsız olmayacağına inanacak kadar da dinsizim, günahkarım! Böyleyim diye giyiminden, başörtüsünden, sakalından, küpesinden ötüşü kimilerine her türlü kamu alanında, özel alanda sıkıntı yaşatanları bazen bir atın götüne kaçmış sineklere bazen de çalılıktan geçerken ansızın önüme çıkan ürkütücü yılanlara benzetiyorum.  Bunun için yüce dinimizin bilmem ne  tanrımızın emirlerine sığınmıyorum. Varsa öyle bir emir Tanrıyı bağlar.
  Niye mi yazdım? Elbette ahlaksız, sevgisiz, kişiliksiz, sapık birini sevesiniz diye değil; bunca olumsuzluğuma rağmen sizin de vatansever, milletperver, dinsever, laik, ulusalcı, milliyetçi, namuslu, ahlaklı vs vs vs olarak yaşamınızı anlamlı kılmak için…
   Ha, kadın erkek ilişkilerinde “aldatmak/aldatılmak” gibi terimlerin de siz efendilerin, ahlaklıların bir değeri olduğunu düşünüyorum. Varın kendinizle ne kadar övünürseniz azdır, yüceliğinize yücelik, cennetinize duble yollar katın… Şahsen bir gerilla ya da asker ya da siyasi bir partili olsaydım fırsat buldukça, rıza oldukça bombalar yağsa da üstümüze;  bir kadınla sevişmeyi dua etmekten fazla önemserdim.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.