Social Icons

.

Pages

16 Ağustos 2011

Ne ki bu DEHAP - Perihan Mağden, 2002

Perihan Mağden neden mi önemsenmeli? Herkes faşizmin söylettiği argümanlarla yazarken o reddediyor, isyan ediyor, umut aşılıyordu gençlere... Bugün faşizmin küçük muhbirleri safında görünse de onun mutlaka vicdanında ve beyninde ötekilerin bir adı vardır: Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Solcular...
Ne ki bu DEHAP
Perihan Mağden

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Türk solu, 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin 15 milletvekili tarafından temsil edildi.
TİP, aldığı yüzde üç oyla TBMM'ye 15 milletvekili sokabildi. Çünkü 1965 yılında Türkiye'de daha adil bir seçim sistemi vardı. 1965 yılında Türkiye Cumhuriyeti bugün olduğundan daha demokratik bir ülkeydi.
Hakiki sol muhalefetin Millet Meclisi'nde temsil edilebilmesi, Türkiye'ye inanılmaz şeyler kazandırdı.
Marksist terminolojinin kullanıma sokulmasından, sağlık ve eğitimdeki kazanımlara, sendikal haklara; hakiki Türk solunun siyasetimize kazandırdığı açılımlar müthişti. Soluk kesiciydi.
Sonraki yıllarda Türk demokrasisi, askeri darbeler neticesinde, bir daha belini doğrultamayacak bir hale gelmiştir. Özürlüdür. 'Hybrid'dir.
Oysa Türkiye, gerçek demokrasiye layıktır. Ve artık Türkiye, demokrasiye fazlasıyla hazırdır. (Bende de hortladı mı bir güzel gençlik yıllarımın bildiri dili! Hortlasın.)
Şimdi gelelim Emek, Barış ve Demokrasi Bloku'na. Yani DEHAP'a.
DEHAP pek çok parçadan oluşan bir şemsiye. Belki haberiniz yoktur diye sayıyorum:
DEHAP; Emeğin Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, Anti Kapitalist, Toplumsal Özgürlük Platformu, Sosyalist Emek Hareketi, İşçi Mücadelesi, Ürün Dergisi, Gerçek Dergisi ve HADEP gibi irili ufaklı grup ve partilerden oluşuyor.
Bunca sosyalist oluşumun/partinin bir araya gelmesi, gelebilmesi zaten mucizevi.
Ve listeyi yazarken içim titredi: Bu kelimeleri duymaya
'sosyalist'ti/ 'devrimci'ydi/'antikapitalist'ti, bu kelimeleri kullanıma sokmaya, gündelik siyasetimizin doğal parçaları haline getirmeye -ne kadar hasret kalmışız.
Nasıl sansürlenmişiz! 12 Eylül nasıl bir balyozmuş; beynimize çökmüş. Cümleten nasıl apolitikleşmişiz. Bu kelimeleri ağzımıza, ruhumuza almamaya koşullanmışız.
Oysa şimdi yurdumuzda hakiki solun sesi duyulmazsa, bu anlamlı muhalif sesler dolaşıma sokulmazsa -Netice itibarıyla pompalanan mevcut tüm partiler SAĞCI, hepsi SAĞCI.
Siz tercihinizi yaparken daha az biraz sağcıyla, daha bir solumsu soslu liberal arasında; yani o sağcıyı mı tercih etmeliyim/bu sağcıyı mı; böyle bir tercih yapmak durumunda bırakılıyorsunuz.
Oysa DEHAP çatısı altında çok anlamlı bir birleşme var. OYUM BOŞA GİTMESİN krizi var ya, hani hepimize tutum haftası gibi nüfuz etmiş bulunan; yüzde birlik, yüzde bir buçukluk bir katkıyla işte DEHAP'ı, hep birlikte Meclis'e taşıyabiliriz. Zira DEHAP'ın özellikle Güneydoğu'da hatırı sayılır bir ağırlığı var. Pek çok büyük şehirde ciddi bir potansiyeli. (Yüzde 9'da görünüyor anketlerde olası oy oranı.)
Oyunuz boşa gitmez yani.
Sağa giden oy, boşa gider. Oyum boşa gitmesin gitmesin tutumluluğuyla, yıllardır hep sağ hep sağ. Bakın son kertede DSP'yle, MHP aynı çizgide buluşabiliyorlar.
Mesela CHP'yi ANAP'tan ayıran nedir? Kemal Derviş'in orada karar kılması mı?
Edebali öğretisi bize ne getirmektedir? Anadolu Solu bir oyun havası mıdır? Bugüne dek Deniz Baykal'ın hiçbir dediğinden hiçbir netice çıkarmaya muvaffak oldunuz mu? Maske bir gülümseyiş. Dublaj sesiyle, uzun uzun uzun konuşuyor daima. Ama bir cümlesini, bir lafını, bir önerisini hatırlamanın imkânı var mı? DEHAP neden böyle bir sessiz sansüre maruz bırakılıyor?
Akşam haberlerde neden bir DEHAP mitinginin görüntüsünü görmüyoruz, yapılan konuşmalardan kısımlar duymuyoruz? Bu adil midir?
Bunca sansür/yok sayılma/görmezden gelinme normal midir?
12 Eylül'ün tüm o kara bulutlarının YÖK'üyle, DGM'siyle, şusuyla, busuyla tepemizden kalkmasının zamanı, insaf artık, gelmemiş midir?
Ben gençlerimiz politikleşsin istiyorum.
İstif istif sağcı ve milliyetçi var.
Politikleşmiş sosyalist çocuklar, üniversitelerimizde çıkıp konuşsunlar. Benim zamanımda olduğu gibi. Çok olsunlar.
Politik geçmişi olmayan tiplere bakın. Hepsi dandik, hepsi yarım.
Meclisimizde sol muhalefete yer açalım.
Seslerini duyalım.
Dedikleri yapılır yapılmaz. Ama muhakkak söyleyecekleri şeyler var. Ve muhakkak söyleyecekleri şeyleri duymamız lazım.
Hakiki demokrasiye kavuşmamız lazım.
Damarlarımız -beynimize gidenler de dahil- o zaman açılır ancak. Kalbimiz çarpar. Hayata döneriz. 'Bitkisel' hayattan hakiki hayata.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.