Social Icons

.

Pages

21 Eylül 2011

Kürt Sorununda Metafizik Barışçılık: Yüzeysellik

    Genelde bir olayı analiz ederken yapılması gereken şey sanırım o olayı neden-sonuç ilişkileriyle deşmektir. Bugünlerde birçok olumsuzluğun yanı sıra olumlu görünüp de aslında temel olumsuzlukları besleyen, temelini metafizikten, kişisel inanışlardan alan tehlikeli, bir o kadar yüzeysel bir “barış dili” geliştirilmeye çalışılıyor. TC’nin süregelen güdük aydınlanmacılığının bir başka yüzü de denebilir. Cumhuriyet ideolojisinin kanattığı bir yarayı olması gereken bilimsel yöntemlerle değil de metafizik dualar, beddualar, rahmetler, lanetlerle barışın kendiliğinden geleceğine inanan oldukça güçlü “görevli bir  ilahi lobi”nin uzmanlığıyla iyileştirmeye çalışanlar…
    Bu tip savaşlarda akıl, anlayış ve vicdan yalnız başına kaldığında barışmak dili güçsüz kalır. Bunun politik talepler, araçlarla desteklenmesi gerekir ki barışmak isteyen taraflar açısından inandırıcılığı olsun, karşılıklı güven ortamı oluşsun.  Çözüme ulaşmak için yeni bir araç yeni bir mantık, yeni bir dil keşfetmenin kaçınılmazlığı önümüzde duruyor.
    Kürt hareketinin tüm oluşumlarını “gözden düşürmek” için az önce sözünü ettiğim metafizik temennilerin iktidar açısından bir anlamı var ama barışmak isteyenler, bunu destekleyenler açısından bu dil çözümsüzlük dilidir. Bu temel belirlemeler aracılığıyla twtitterden kısa bir alıntıyla olayı az açalım:
“Yıldıray Oğur: Devlet bir günde 5'i kadın 7 sivili katletse muhtemelen su anda taksimde yürüyüş vardı. Kızmıyorum,  utanıyorum artık bu ikiyüzlülükten...”
    Bu cümleyi muhtemelen yarın yazısında da kullanacaktır. İki açıdan problemli bu anlayış: Dün Ankara’da patlayan bombalamayı PKK sahiplenmediği gibi devlet de halapatlamanın neden kaynaklandığını açıklayabilmiş değil, ha Yıldıray, “PKK’nin ilgili birimleri gelip incelesin” derse buna da şaşırmam. Ahmet Altan, Qandil’de katledilen siviller için PKK’den araştırma istemişti de… Aynı gazetede yazmanın sanırım şaşı yapma gibi bir fonksiyonu var. Siirt saldırısı da bu saat itibariyle yeterince açıklanmamasına rağmen Yıldıray’ın olayı özellikle en kolay yaftalanabilecek güce mal etmek istemesi  ayrı bir handikap. Ben Siirt olayının muhtemelen PKK tarafından yanlış hedef seçilerek yapıldığını düşünüyorum. Buna rağmen hiçbir açıklaması olamayacağını, acilen ateşkes ilan edilmesi zorunluluğunu da… Ama yıldırım çaktığında, partneriniz sizi aldattığında, “Şeytan yaptırdı.” aceleciliği sizi barış isteyen değil, bir sahtekar olarak tarihe mal eder. Ayrıca Ankara'daki patlama bambaşka bir olaya benziyor. iktidar güdümlü gazetelerin son günlerde Ermeni örgütleri üzerine yaptıkları haberler, Hrant Dink’in öldürülmesinde katil çeteyi “koruyup kollamak” işine zemin hazırlarcasına Dink olayına karışanlara yönelik bir eylemmiş gibi yansıtan polis bültencilerinin iddiaları göz önüne alındığında olayı çarpıtmak için Yıldıray dahil birçok görevlinin özellikle yürüttüğü bir kirli bilgi alanı var. Bu alan epey para da ediyor.
“@yildarado: Devlet sivil öldürdüğünde spesifik cinayetle ilgilen PKK, sivil öldürdüğünde savaş tarihini hatırlatıp konuyu dağıt. Vicdansız taktikler...”
    Buradaki asıl öfke PKK’ye falan değil, PKK’nin Siirt eylemini yapan grubuna falan da değil. Asıl öfke Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz cinayetlerinde devletin gizlediği katillerin açığa çıkarılmasını isteyenlere kanalize olmuş dinamik bir öfke… Benim aklıma, az zorlama olacak, ama son günlerde Hrant Dink’i katlettiren asker-polis-medya çetesinin açığa çıkarılmasını isteyen sivillere yönelik bir öfkeymiş fikri düşüyor.  Hükümet ve onun yargısı da oldukça tepkili çetesel bağların çözülmesini isteyenlere karşı.
    Aslında Yıldıray’ın sahip olduğu sağcı reflekse Ahmet Altan da sahip… Bugünkü yazısında hiçbir bulgu olmadan Ankara olayından PKK’yi suçlama kolaycılığına kaçmış. Metafizikçi bu ucuz düşünce sahipleri küçük bir öneriler piramidi oluştururlarsa kendi analiz dünyalarına olumlu bir katkı sağlayabilirler. Bunu onlardan istiyoruz da...  Kürt sorunu üzerine oluşturulacak öneriler piramidinin varacağı tepe nokta ise Demokratik Özerkliğin siyasi bir talep olarak kabul görmesidir. Önerileceklerle Kürt sorunun türlü alanları arasında kuracakları içkin bağlar (korelasyon) tespit edilip acil bir barış dili geliştirmek bizim olduğu kadar onların da sorumluluğudur.
    Kürt hareketinin tüm askeri, siyasi ve sosyal oluşumlarının fingerpostlarının yerini ve konumunu değiştirip sonrasında kendince uydurduğun teorik ve vicdan yazılarını yön levhalarına yazamasın…Gerçeği dillendirmek gibi bir derdimiz vardır, olmalıdır. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.