Social Icons

.

Pages

6 Eylül 2011

Sözcükleri Yoktur Ölümün...

Bu yazı http://eu.kurdistan-post.eu/yazarlar/yetishen/2033-szckleri-yoktur-lmn.html adresinden alınmıştır. 
Hülya Yetişen

Sözcükleri Yoktur Ölümün...
Sözcükleri Yoktur Ölümün-Hülya Yetişen
Sözcükleri yoktur ölümün, sadece yaşam bize seslenebilir...
Yaşam denince Kadın, ve Ana aklıma geliyor.... ölümle hiç çağrışmayan..


Sylvia Plath, Susan Sontag ve Leyla Qasım...

Bu üç kadını bende buluşturan neydi? Yaşamlarının şiirsel öyküsüydü belki de. Şiirin kendisi unutturmaz, karşılaştırır ve kutsar. Başka bir ülkede, bir zaman diliminde, bambaşka kültürlerde yolları kesişir. Geçmiştekiler gelir; anne, evlat, sevgili, eş, deli, kadın,şeytan, aşık, kaçık, büyücü, şair, yazar, politik bir militan, olur, şimdikilerle buluşur, tanışır, ve sevişir. Hüzün, her coğrafyada aynı dille ifade edilmese de, benzer duyguların ortak dilidir.
    Nerede gördüm hatırlamıyorum, sanırım bir dergide Sylvia Plath’e prenses demişlerdi. Acıyı içselleştirmiş Plath’ın kraliyet şairi Ted Hughes’le evlenmesi beni ne kadar şaşırtmışsa, 30 yaşındaki intiharı da o kadar etkilemiştir. Plath’in günlüğündeki kayıp sayfaları, eşi Hughes’ten alacaklı olduğumuzu düşünüyorum. Sylvie Plath’ın intiharı toplumsallıkla, bireyciliğin sürtüşmesiydi. Plath üzerine tez yazan Nilgün Marmara’yı etkileyen, intihara sürükleyen de buydu sanırım...Tıpkı Wirginia Woolf gibi Plath da anne, ev kadını, eş ve şairdi. İngiliz ve Amerikan şiirinin bu prensesi, yaşadıklarını ve dilini kendine karşı şiddete dönüştüren bir şiir kuyumcusu olarak anıldı hep. 30 yaşında gaz soluyarak noktaladı yaşamını. O ölümü tercih ederek, kendini bunaltan tüm kimliklerden, toplumsal rollerinden kurtulmaya çalıştı. Lowell’in dediği gibi, ‘Bu şiirleri yazmak ve okumak, içinde altı kurşunu olan bir silahla, Rus Ruleti oynamaktan farksızdı.’ Tüyler ürpertici ve estetikti onun şiirleri.
        Yazar eleştirmen Susan Sontag, 2004 yılında kansere yenik düştüğünde74 yaşındaydı. Amerika’nın Irak işgaline karşı yapılan protestoların başını çekiyordu. Ülkesinin diğer ülkelere yaptığı müdahalelere ise şiddetle karşı çıktı. 1968’de Vietnam’a yaptığı yolculuktan sonra radikalleşerek. ‘Amerikan hayat tarzı, insanlığın gelişiminin sunduğu olanaklara bir hakarettir’ diyerek ülkesinin sesi ve vicdanı oldu. Kadın olmak Sontag’a göre klişelikti. Amerika’nın en akıllı kadını olduğumu reddediyorum. Ben insanım ve her insanın göstermesi gereken tepkiyi gösterdiğim için, böyle tanımlanmak istemiyorum diyordu bir söyleşisinde......

   Kürd özgürlük mücadelesinde önemli bir yere sahip olan Leyla Qasım, Kürd Kadını’nın cesaret ve kahramanlığının sembolü oldu.Darağacına gönderilen ilk Kürd kadını olarak tarihe geçti.1952’de Kerkük’te doğan Qasım, Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde okurken, Kürd Öğrenci Birlği’ne katıldı. Daha sonra da Kürdistan Demokrat Partisi’nin yürüttüğü ulusal mücadelede yerini aldı.
     Mayıs ayı, hüzünlü bir aydır.Türkiye’de idamların yapıldığı bir aydır da. Leyla Qasım’da Mayıs ayında idam edilmiştir.1974’de darağacına götürülürken şöyle der: Ben halkımla ve mensubu olmakla şeref duyduğum partimin mücadelesiyle gurur duyuyorum. Tek isteğim, bana verilen görevi başaramadığım için Allah’ın beni af etmesidir. Ben ölüme hazırım. Bir cellattan merhamet ve af dilemem.’
Kürdistan’ın dört parçasında o dönem doğan kız çocuklarına bu nedenle efsaneleşen leyla Qasım’ın ismi verilmiştir.
      Leyla Qasım’ların mücadele bayrağını devralan Leyla Zana gibi bir çok Kürd kadını ve Barış Anneleri özgürlük mücadelesinin dinamizmi olmaya devam ediyorlar.
Askerliğe, savaşa, geleneksel kadın duruşuna ilişkin toplumsal cinsiyet kalıplarını önyargılarımızla birlikte ters yüz eden Kürd kadınları, uygarlığın beşiği Mezopotamya topraklarında, hayatın bilinenin ötesinde bir anlam taşıdığını ve bu toprakları teslim almanın hıç de kolay olmayacağını gösteriyorlar....
Kadınların 8 Mart’ı, direnen insanlığa kutlu olsun....
Hülya yetişen
4 Mart 2011

Nb: Mart 2009 tarihli bir yazım

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.