Hülya Yetişen
Sözcükleri yoktur ölümün, sadece yaşam bize seslenebilir...
Yaşam denince Kadın, ve Ana aklıma geliyor.... ölümle hiç çağrışmayan..
Sylvia Plath, Susan Sontag ve Leyla Qasım...
Bu üç kadını bende buluşturan neydi? Yaşamlarının şiirsel öyküsüydü belki de. Şiirin kendisi unutturmaz, karşılaştırır ve kutsar. Başka bir ülkede, bir zaman diliminde, bambaşka kültürlerde yolları kesişir. Geçmiştekiler gelir; anne, evlat, sevgili, eş, deli, kadın,şeytan, aşık, kaçık, büyücü, şair, yazar, politik bir militan, olur, şimdikilerle buluşur, tanışır, ve sevişir. Hüzün, her coğrafyada aynı dille ifade edilmese de, benzer duyguların ortak dilidir.
Nerede gördüm hatırlamıyorum, sanırım bir dergide Sylvia Plath’e prenses demişlerdi. Acıyı içselleştirmiş Plath’ın kraliyet şairi Ted Hughes’le evlenmesi beni ne kadar şaşırtmışsa, 30 yaşındaki intiharı da o kadar etkilemiştir. Plath’in günlüğündeki kayıp sayfaları, eşi Hughes’ten alacaklı olduğumuzu düşünüyorum. Sylvie Plath’ın intiharı toplumsallıkla, bireyciliğin sürtüşmesiydi. Plath üzerine tez yazan Nilgün Marmara’yı etkileyen, intihara sürükleyen de buydu sanırım...Tıpkı Wirginia Woolf gibi Plath da anne, ev kadını, eş ve şairdi. İngiliz ve Amerikan şiirinin bu prensesi, yaşadıklarını ve dilini kendine karşı şiddete dönüştüren bir şiir kuyumcusu olarak anıldı hep. 30 yaşında gaz soluyarak noktaladı yaşamını. O ölümü tercih ederek, kendini bunaltan tüm kimliklerden, toplumsal rollerinden kurtulmaya çalıştı. Lowell’in dediği gibi, ‘Bu şiirleri yazmak ve okumak, içinde altı kurşunu olan bir silahla, Rus Ruleti oynamaktan farksızdı.’ Tüyler ürpertici ve estetikti onun şiirleri.
Yazar eleştirmen Susan Sontag, 2004 yılında kansere yenik düştüğünde74 yaşındaydı. Amerika’nın Irak işgaline karşı yapılan protestoların başını çekiyordu. Ülkesinin diğer ülkelere yaptığı müdahalelere ise şiddetle karşı çıktı. 1968’de Vietnam’a yaptığı yolculuktan sonra radikalleşerek. ‘Amerikan hayat tarzı, insanlığın gelişiminin sunduğu olanaklara bir hakarettir’ diyerek ülkesinin sesi ve vicdanı oldu. Kadın olmak Sontag’a göre klişelikti. Amerika’nın en akıllı kadını olduğumu reddediyorum. Ben insanım ve her insanın göstermesi gereken tepkiyi gösterdiğim için, böyle tanımlanmak istemiyorum diyordu bir söyleşisinde......
Kürd özgürlük mücadelesinde önemli bir yere sahip olan Leyla Qasım, Kürd Kadını’nın cesaret ve kahramanlığının sembolü oldu.Darağacına gönderilen ilk Kürd kadını olarak tarihe geçti.1952’de Kerkük’te doğan Qasım, Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde okurken, Kürd Öğrenci Birlği’ne katıldı. Daha sonra da Kürdistan Demokrat Partisi’nin yürüttüğü ulusal mücadelede yerini aldı.
Mayıs ayı, hüzünlü bir aydır.Türkiye’de idamların yapıldığı bir aydır da. Leyla Qasım’da Mayıs ayında idam edilmiştir.1974’de darağacına götürülürken şöyle der: ‘Ben halkımla ve mensubu olmakla şeref duyduğum partimin mücadelesiyle gurur duyuyorum. Tek isteğim, bana verilen görevi başaramadığım için Allah’ın beni af etmesidir. Ben ölüme hazırım. Bir cellattan merhamet ve af dilemem.’
Kürdistan’ın dört parçasında o dönem doğan kız çocuklarına bu nedenle efsaneleşen leyla Qasım’ın ismi verilmiştir.
Leyla Qasım’ların mücadele bayrağını devralan Leyla Zana gibi bir çok Kürd kadını ve Barış Anneleri özgürlük mücadelesinin dinamizmi olmaya devam ediyorlar.
Askerliğe, savaşa, geleneksel kadın duruşuna ilişkin toplumsal cinsiyet kalıplarını önyargılarımızla birlikte ters yüz eden Kürd kadınları, uygarlığın beşiği Mezopotamya topraklarında, hayatın bilinenin ötesinde bir anlam taşıdığını ve bu toprakları teslim almanın hıç de kolay olmayacağını gösteriyorlar....
Kadınların 8 Mart’ı, direnen insanlığa kutlu olsun....
Hülya yetişen
4 Mart 2011
Nb: Mart 2009 tarihli bir yazım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder