Social Icons

.

Pages

6 Eylül 2011

TÜRK DEVLET ŞİZOFRENYASININ GAZETECİLERİ


          
Yeni iktidarın şımarık, pespaye savunucuları 1990’ların savaş konsepti olan “PKK ile topyekûn mücadele” ittifakıyla bazen nöbetleşerek, bazen aynı gün farklı köşelerde aynı cümleler, aynı sözcükler, aynı talepler, aynı bastırma gürültüleriyle diş geçiremedikleri Kürt kurumlarına yönelik saldırıları giderek duygusal mastürbasyon ötesine vardı, bu mastürbasyon şekli bir Türk şizofrenyası olarak tarihe geçmek üzere…
     Önceki çürümüş kronik ulusalcı ordunun foyalarını açığa çıkarmak için cansiperane mücadele örneği gösteren yeni şizofrenyanın  eski demokratları Qandil Dağları bombalanırken günde yüzlerce PKK militanının öldürülmesi müjdesini alamadıkları için devlet, hükümet ve onun askeri kurumlarına olan kızgınlıklarını şimdi BDP’yi izole ederek, ona Türk dostlarından sunulan cüzi desteği küçültme girişimleriyle giderme derdine düştüler. Kolay zamanların bülbülü konumundaki entelektüel ego sahipleri de bu arada şiir, atasözü üstüne ya da kronik faşist yönetimden kalma yazarlara çakarak entelektüel mastürbasyon denemeleri kaleme alıyorlar. Bu yeni iktidarın liberal milliyetçileri ve kronik ulusalcılarıyla, hasta muhafazakarlarının BDP ve onun çevresindeki sosyalistlerle olan savaşı haline dönüştü. Qandil’de yedi sivil mi öldürüldü, hemen şaibe yaratacak, kafa karışıklığı yaratacak yazılar kaleme alınmalıydı, polis gazeteci çığır açar, Altangiller, Özkök ve ardılları saldırıyı Türk ordusundan yalıtmaya çalışırlar. Oysa basit taleplerle sivillerin nasıl öldürüldüğü açıklığa kavuşabilir. Qandil bombardımanını tümü , yani o sivillerin vurulduğu günlerdeki tüm bombardıman görüntüleri Genelkurmay Başkanlığı’nın karargahında mevcuttur. Kürt sivillerin öldürüldüğü saatler de bellidir, Genelkurmay’dan o görüntülerin incelenmesi istenebilir, bombardıman koordinatları öğrenilebilir. Eğer o saatlerde, o geceye ait görüntüler Genelkurmay’da yoksa muhtemelen bir suçun tüm kanıtları silinmek istemiştir. Bu işin açığa çıkarılması bu kadar basitken bunu bile denemeyip bölgeye kendi gazetesinden tek bir muhabir bile göndermezken kalkıp sağa sola tarafsızlık, barışçılık, sivillik naralarıyla saldırmanın bir adı vardır o da sahtekarlıktır… Ahmet Altan ve ekibi son birkaç yıldır sürekli PKK’nin sivilleri, gazetecileri, aydınları tehdit ettiğini yazıp çizer. PKK henüz bu savaş hanzolarına böyle bir materyal vermedi. PKK ve diğer Kürt kurumlarının en güçlü olduğu bölgelere bile en değme özel savaş muhabirleri gidip gazeteleri için haber yaptılar, seçimler döneminde korkunç olduğu söylenen PKK ve BDP baskısına rağmen yığınca haber ürettiler. Şimdi Altangiller familyasına sormalıyız: “Son savaşı yerinde izlemek için kaç muhabirin görevlendirilmesini istedin?” Dünyanın birçok yerinde bu tip savaşları yerinde izleyen yüzlerce gazeteci oldu, sakatlanan, yaralanan, öldürülen gazetecilerin varlığı senin bu icazetli gazeteciliğini utandırmıyor mu?
   Aynı cenaha bir hatırlatma yapalım: Bu savaşın şu anki en masum siyasi örgütü BDP’dir. Çünkü ne PKK’ye ve onun alt birimlerine eylem talimatı verme gücüne ne de Türk ordusu ve polisini operasyonel hareketlendirme gücüne sahip… Oysa meseleye böylesine derinlikli yaklaşma yerine sağcı ve ulusalcıların ruh haliyle her PKK eyleminden BDP ve onun sivil örgütlerini sorumlu tutma sahtekarlığını göstermek hangi insani davranışa girer? Hangi gazetecilik davranışı diye sormuyorum, o gazetecilik zaten ulus-devletin faşist dehlizlerinde kayıp…
  Bu liberal milliyetçilere ciddi ciddi özel harp taktikleri verildiğini düşünmeye başladım. Bunlara verilen eğitimde suçların sıralanması normal gazetecilerin aldığı eğitimdeki savaş ve nefret suçlarından farklı. Bu yüzden bu kadar özenle BDP’yi temelsiz, yersiz suçlama hadsizliğini kendilerinde buluyorlar, başka açıklaması yok… BDP’nin, devletin ve hükümetin sıraladığı kuralları uyması gerektiğini, demokratik alandan alabildiğince uzaklaşmasının zorunluluğunu anlatmakta üzerlerine lafazan yoktur. Çocukça öfkelerle, çocukça hizaya gelmişliklerle yetişkin Kürt siyasetçilerini de dizildikleri sıralara davet ediyorlar, onlar gelmeyince çemkirip duruyorlar. Kendileri bir bayrak merasiminde törenlenmiş okullu çocuklar olabilirler, buna lafım yok; lakin okullu olmayanlar bu törenlemeye katılmadı mı tüm sinir uçlarına dokunulmuş gibi yazın suyu çekilmiş dere kurbağasının ruh haliyle vıraklayıp durmaları sadece can sıkıcı değil, aşağılıkça bir hezeyan…
   Genç Cumhuriyet’in ilk şizofrenyasının tüm belirtileri yeniden canlanıyor. Eski şizofrenik devlet ve onun kalem erbabı Kürtler, Aleviler ve muhalif güçlere karşı yeniden dal budak salarak mantıksız hareket etme, şuurunu kaybetme, konuşma ve barışma yeteneklerini yitirme gibi belirtilerle kronik ulusalcılardan genç milliyetçi liberallere devrederken tüm hastalıklı biçimlerini sırdaşlıkla tüm nefret ve savaş suçlarında da ortaklaşıyorlar.
   

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.