"Katalonya'ya gelince, Trotskistlerin ve Anarkosendikalistlerin temizlenmesine başlanmıştır; temizlikler, tıpkı SSCB'deki gibi ve aynı enerjiyle yürütülecektir." Pravda gazetesi 1936 yılının 16 Aralık günü bu satırları yazdığında İberya yarımadasının kuzey doğusunda anarşistler CNT [1] ve FAI [2] önderliğinde yerel komünler kurmuştu. Kılıç-Haç ittifakının ayaklanması ise sürüyordu. POUM [3], Aragon cephesinin hakimi olmuştu. Madrid'de Halk Cephesi güçleri devrimci demokrasiyi uygulama imkanı bulmuştu. Katalonya'nın Barselona, Girona, Lleida ve Tarragona kentleri artık halk meclisleri ile doğrudan temsillerle yönetiliyor ve yeni bir devletin otoritesi de reddediliyordu. Aynı günlerde CNT'nin yayın organı Solidaridad Obrera'da, "Devrimci devlet olmaz, tüm devletler özünde gericidir" sloganıyla toprakların kolektifleştirilmesi, liberter kadın komitelerinin kurulması, açık özgür eğitim
30 Haziran 2012
3 Haziran 2012
Türk Entelektüellerindeki Sömürgeci Kibri Söküp Atma Üzerine
Türk sömürgeciliğinin
en güçlü ama en aşağılıkça yönlerinden biri sanırım psikolojik kibirdir. Bu öyle bir kibir ki
generalinden, siyasetçisine; ondan aydınına, entelektüellerine ve sanatçılarına
sirayet etmiştir. Haber programlarında BDP’li bir Kürt’ü karşısında gören
ikinci sınıf bir sunucu bile BDP’linin alttan alan, germeyen üslubunu fırsat
bilip anında “Siz neden…” diye başlayan azarlamalı sorularıyla bir tartışmanın
içine eder. Bir başkası “Demokrasi, özgürlük, şiddet karşıtlığı, temel haklar,
vicdan, din, sosyalizm” diye yana yakıla lafa başlar ama asla Kürdistan,
Kürtçe, self determinasyon, ulusların doğal ve siyasi hakları üzerine somut bir
şey söylemez. Bunların en uyanıkları da IRA ve İngiltere barışını sadece
duymuşlardır. Bunun üzerinden konuk ya da tartışmacı değil, siyasi bir rakip
olarak gördükleri Kürt siyasetçileri güya sıkıştıracaklarını sanırlar. Sonra çoğu
zaman kayaya çarpmış kaplumbağa gibi
olurlar: Gürültü, sessizlik ve fırsatçılık… Bu sömürgeci pislik çevre Kürtleri artık
filmlerde, dizilerde, haber bültenlerinde, romanlarda, öykülerde, şiirlerde,
sokaklarda eski Türklük kibriyle aşağılayamadığı için derin bir travma yaşıyor,
lakin şansızlıkları bunun farkında olmamaları… Akademisyenleri de böyle…
1998 Hayırlı Cuma (Good Friday) anlaşmasıyla
ne oldu?
·
Bilindiği
gibi 1969 ;Derry çatışmasıyla İrlanda’da IRA tekrar faal siyasi ve askeri
hareketliliğini başlattı. 1972’de sömürgeci İngiliz hükümeti ile onun
işbirlikçileri Ulster, yasadışı şekilde Kuzey İrlanda parlamentosunu
feshetti. Ardından büyük bir savaş başladı. Binlerce insan yaşamını yitirdi. Daha
fazlası bu iklimden şu veya bu biçimde zarar gördü. Tarih 1998 yılını
gösterdiğinde barış çalışmaları somutlaştı. Bu, sadece bir silahsızlandırma
programı değildi, çift taraflı şiddetsizlik anlaşmasının yanı sıra siyasi,
sosyal, kültürel hakların genişletilmesine yönelik bir anlaşmaydı da… Good
Friday anlaşmasının bazı maddeleri ve yorumları:
1 Haziran 2012
Gazeteciler de Yargılanır, İdam da Edilir
Alfred Rosenberg
, Rusya’dan Almanya’ya döndüğünde genç bir mimardı. Sovyet devrimine tanık
olmuştu. Savaş mağlubu Almanya’yı psikopat bir onbaşının kurtaracağına gönülden
inanıyordu. Hitler’in birahane toplantılarına yakından ilgi duydu. 1920’de
Hitler'in tasarladıklarına Alman halkının ilgi duymasını sağlamak için bir gazete
kurar: Völkischer Beobachter(Halkın Gözcüsü)… Rosenberg de bu
gazeteye yayın yönetmeni olarak atanır. Kısa sürede birahane faşistinden bir
halk kahramanı yaratmayı başarır. Rosenberg’e göre Alman ulusu genetik olarak
diğer uluslardan üstündür. Avrupa’nın ve dolayısıyla dünyanın tümüne sahip olma
hakkı doğaldır. Bunun için yıllarca Polonya ve Rusya’nın işgal edilmesi
gerektiğini, Yahudilerin tarihten silinmesi zorunluluğu konusunda milyonlarca
Almanın ikna edilmesinde önemli roller oynadı. Basit slogan, yazı, karikatür,
afişleme ve teşhir kutularıyla Yahudilere, komünistlere, çingenelere,
solculara, liberallere, demokratlara, eşcinsellere dünyayı zindan etmek
gerektiğine inanıyordu.
Etiketler:
der stürmer,
hürriyet,
rosenberg,
türk basını,
vakit,
yeni şafak
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
self determinasyon,öz yönetim
20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen
self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları
hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk
ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür
öz yönetimin gerekçesi
Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin
Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin
uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil,
etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Reel Politik
Osmanlı Leaks
Pages
öz yönetimin tarihi
Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları
gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.