Social Icons

.

Pages

19 Temmuz 2012

Berrin Karakaş’a İtiraz: Spor Bir Afyon Değildir


     Karakaş’ın yazısını okuyunca girişte Terry Eagleton ve Marc Perelman’ın yüzyıldır ortodoks solcularının ağızlarına sakız olmuş , “Spor da egemen sınıfların afyonudur.” klişesi beni dumura uğrattı. Eagleton’un “Azizler ve Alimler” eserinin karizması da bir anda kafamda yerle buz oldu. Bu tip genellemeleri yaptığımız an her birini destekleyecek binlerce malzeme bulabiliriz. Berrin de bu genellemeye inanmanın verdiği hazla Londra Olimpiyatlarına saydırmış haklı olarak. Gönül isterdi ki 1921 Prag, 1925 Frankfurt, 1928 Moskova, 1931 Viyana işçi oyunları gibi alternatif oyunlar bugün düzenlensin. Ama dünya artık evrensel öfkenin, entelektüel kinin çok uzağında olduğundan biz bu tip şaşalı küresel ticaret oyunlarına mecbur bırakılıyoruz. Tüm bunlar bir yana 1936 Berlin Olimpiyatlarında faşizm, dünyaya genç, güzel, süslü bir gelin; güçlü, atletik, yakışıklı, üstün erkek olarak görücüye çıkmış ve bunu başarmıştır da… Her ne kadar yarı Yahudi Helene Mayer gümüş madalya aldığında Nazi selamıyla bu kanlı düğüne çanak tutmuşsa da Jesse Owens’in altın madalya kürsüsündeki vakur duruşu Hitler’i stattan kaçırtacaktır. Daha sonra çirkin bir siyahın birinci olmasından ötürü “Amerika bundan utanç duymalıdır.”
sözlerini sarfedecektir. Ne yazık ki Berlin Olimpiyatlarından sadece 13 gün önce Katalonya’da ve Madrid’de düznlenen Halk Oyunları bir başka faşist Franco’nun önderliğinde gerçekleştirilen faşist ayaklanmayla iptal edilecekti. Binlerce sporcudan yüzlercesi uluslar arası gönüllüleri tugayına katılır, diğerleri ülkelerine döner. Ülkelerine dönenler de soruşturmalara tabi tutulup tüm karşılaşmalardan men edilirler. Kanadalı yüksek atlama şampiyonu bir kadın da cumhuriyetçi halk ordusu saflarında çarpışır.  
    Almanya Komünist Partisi Milletvekili Hans Beimler  Dachau toplama kampından büyük bir eylem sonrası kaçar ve İspanya iç savaşında Thälmann taburunda komutan olur. Gerçekleşmeyen olimpiyatlardan cepheye katılan sporculardan da yararlanır. Bu Barselona olimpiyatlarının yanı sıra sporun iyiyle-kötünün, çirkin ile güzelin, birinci ile sonuncunun, güçlüyle-zayıfın bir arada yürüyebileceği etkinlikler sahasına çeviren başka gelişmeler de yaşanır o yıllarda. Barça futbol takımının kulüp başkanı Josep Sunyol i Garriga Franco karşıtı politik çizginin yanı sıra sporu uluslar üstü, devletler ötesi bir kardeşlik ruhu olarak görür. Nihayet Katalonya Cumhuriyetçi Partisi’nden milletvekili de olmuştur. Vekil olduktan tam bir yıl sonra Francocu çetelerce tutuklanır, 1936 yılında kurşuna dizilir. Mezarı ancak 1990 yılında bulunacaktır. Sunyol’un yarattığı Barça futbol takımı da iç savaşın solcu tarafına yardım toplamak için 1937 yılında Meksika, ABD ve birkaç ülkeye daha seyahat eder, marçlar yapar. Yine BASK’ın özgür takımı Bilbao da Avrupa’da benzer faaliyetler yürütür. Diktatörlük dönemlerinde Barcelona'yı desteklemek Katalan olduğunu göstermenin en dikkat çeken yoludur. 2011 yılında Eduardo Galeano , Barselonalı gazetecilerden ödül aldığında şöyle diyecekti: "Bu ödülü Barça'nın 1936'da demokrasi düşmanları tarafından katledilen başkanı Josep Sunyol'un anısına adamak istiyorum.”
    Daha birçok şey söylenebilir, lakin 1978’de  Arjantin’de düzenlenen Dünya Kupasını diktatörlüğü gerekçe göstererek bu ülkeye gitmeyen birçok taraftar ve sporcuya da adamak lazımdı bu tip ödülleri. Mesela kupa töreninde FİFA protokolünü selamlamayı reddeden Hollandalı futbolculara ise bugün hala bir selam borcumuz var.
   Berrin Karakaş’a ayrıca bugün modern futbol sahalarının tam ortasına kurulan, Avrupa’nın orta yerinde küçük bir enternasyonal dünya yaratan İsveç’in Dalkurd takımını incelemesini öneririm. 1994 yılında Nusaybin’den faşist Türk devleti baskısından kaçan bir muhtarın öyküsü, en az J. Sunyol kadar bir onurun öyküsü…
   Dinin afyon olduğu yönündeki safsatayı Latin Amerikalı Kurtuluş teologları boşa çıkarmıştı, El Salvadorlu Cizvit rahipler bunun doğru olmadığını kanıtladılar. Sanırım spor da futbol da bir afyon değildir, sadece stada giderken ya da televizyon izlerken “bir maçtan daha fazlasını” görmek yetiyor öyle olmadığına… Hem ne olmuştu? 1974 yılında Sarı Fare’nin olduğu bir maçta Barça, Real Madrid’i 5-0 yenerek Franco’nun bir yıl sonraki ölümünde onun tabutuna beş çivi çakmıştı. Demokrasi İspanya’ya o maçtan sonra gelmişti. Henüz anayasa yazılmamıştı ama Barça takımı 1936 yılında öldürülen başkanları Sunyol için iyi bir maç çıkarmışlardı. 
Berrin Karkaş'ın söz konusu yazısı: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1094567&Yazar=BERRIN-KARAKAS&CategoryID=41

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.