Social Icons

.

Pages

22 Ağustos 2012

Şehvetli Savaş Medyumluğu


   Bir yüceltme ve şaşkınlık içinde bulunan aydın vs. yalnızca bir  milletin ya da aidiyetin övgüsünü yapmak ve bu aidiyete uyum sağlamak için bir tür enkarnasyon medyumluğuyla yetinirse düşünce edilginleşir, üstüne konuşulan sorun çözümsüz kalır sorunları çözmekle sorumlu olanlar daima yan çizme durumuyla politik-devlet  şiddetini şehvetli biçimde  terörize ederler.  Bu durum,  gerçekten etkin fikir ve çözüm talep eden kitlelere karşı çıkmaktan tutalım da  bu çatışmalı sürecin gerçekleriyle de bağını koparmak anlamına gelir. Son dönemlerde Türk aydınının, yazarının, entelektüelinin önemli bir kesiminin yaşadığı bu trans-medyumluk hali bir kaçış halidir. Yalnızca egemen aidiyet ve egemen ulusun kalabalıklarını gerektiğinden daha fazla kör etmeye ve her bireyi bu sosyal cinnet çemberinde  zayıf kılmaya yarar.
    Bu şatafatlı girişi nasıl bu çatışmalı sürecin politik çözümlerine bağlayacağım bilmiyorum, lakin tüm tarihsel sorun ve çözüm deneyimleri  bize bir kez daha siyasi iktidar medyumluğunun
insanı var eden, ona insan olma hazzı yaşatan özgürlükçü çözümler sunmadığını gösterir. Getto Yahudilerinin toplama kamplarına alınmak istemesi, alınması, yok edilmesi süreçleri de bu enkarnasyon medyumlarının (politik danışmanlar) sürekli yol göstermesi ya da gösterilen yolları onaylamasıyla facianın boyutları büyütmüştür. Kış aylarında sürekli nokta operasyonlarıyla nerdeyse kitle katliamı yapan devlet aklını öven, bunu Türklük ve devlet aidiyetiyle bütünleştiren kimi yazar çizerlerin PKK’ye biçtiği 6 aylık ömür o günlerde basın araçları sayesinde önemli öngörüler olarak lanse ediliyordu. Şimdi durum değişti, bu defa aynı cenah devlete ya da hükümete aynı ömrü biçiyor. İşin tuhafı bu trans-medyumluk oldukça rağbet görüyor, her gün sosyal körleşmeye daha fazla yol açıyor. Bunlardan biri,  BDP’li vekillerin gerilla ile yollarının kesişmesi üstüne yazdığı yazıda egemen devlete, aslında egemen ulusa ait olma duygusunu o kadar içselleştirmiş ki bunu anormal görüyor, bunu barış düşmanlığı olarak değerlendiriyor, katillerle kol kola olmakla suçluyordu vekilleri. Kendisinin bayramlarda, düğünlerde sarıldığı askerlerin, polislerin ise insan öldürmediğinden bir de son derece emin olarak… Kırk yıllık bir çatışma süreci ortada dururken BDP’li vekillere böyle suçlamalar yapmak akıl dışı elbette. Bu trans-medya medyumu zat bir de egemen aklın şehvetine kendisini kaptırmış olacak ki bu çatışmalı sürecin bazı sonuçlarını vererek ancak 6-7 yaş çocuğunun sorabileceği sorular sormuş:
PKK'nın 30 yıllık silahlı mücadelesi Kürtleri hangi felaketten korudu, yoksa başlarına daha büyük felaketler açılmasına mı neden oldu? PKK'nın silahlı mücadelesi olmasaydı, JITEM olur muydu? Faili meçhuller olur muydu, köyler yakılır mıydı, olağanüstü hâl için gerekçe bulunur muydu? Peki, Uludere olur muydu? Ceylan o top mermisini evinin yanında bulur muydu?” Kürtlerin başına gelen devlet uğursuzluklarını PKK’ye bağlamış bu tarih-gerçeklik-akıl yoksunu zat. Kısa cevaplarla geçiştirelim:
   PKK yokken de devlet Ağrı’da KCK operasyonu yaptı bir belediye başkanıyla onlarca belediye çalışanını tutukladı. (Bakınız Urfan Alpaslan olayı, Mehdi Zana olayı vs vs vs ) Şimdiki durum farklı, yöneticileri içeri alınan Kürtler eskisi gibi sinmiyorlar, onları özgürleştirmek için diğerleri de birçok baskıyı göze alabiliyor. Az daha geriye gidersek PKK olmadığı halde programına Kürtlerin siyasi ve ulusal haklarından söz eden yasal Türk partisi kapatılmış, üstelik bu gerekçelerle… Şimdilik devletin açık bir Kürt partisini kapatması için bayağı bir cesaret hapı içmesi gerekecek. (TİP olayı) az daha geriye gidersek bu medya medyumunun hayranı olduğu Menderes iktidarının PKK’siz bir ortamda onlarca Kürt aydınını tutukladığı, hatta idamla tehdit ettiğini görürüz. Bu süreci istediğimiz kadar geriye götürebiliriz. Bunun evveliyatı yok. Bu, tarihsel bir sorun olmanın sonuçlarıdır. PKK, Kürtlere ne mi kazandırdı? Acımasız generaller, şuursuz politikacılar, asimilasyoncu kurumlar PKK’den önce de vardı, şimdi de var. Şimdi sadece bu barbarların atacağı her adımda Kürtleri ciddiye aldıkları gerçeği var. Siyaset yaparken, eğitim programları düzenlerken, savaşa niyetlendiklerinde… 1930’lu yıllardaki koşullar neyse bugün de o koşulların güncellenmesi olayı var devlet ve aydını açısından… Kürt tarafı ise bu güncelleme olayını kendi programınca yapıyor. Haklı oldukları halde yenilebilirler. Bunun örnekleri de var. Saddam da haksız olduğu halde birkaç yıl galipti, o yıllarda da, KDP, Kürtlere ne kazandırdı, diye soru soran kurnaz gazeteci-yazar bozuntusu Yıldıray Oğurlar vardı. Şimdi mahcup olmuşlardır. Yıldıray sanırım o BAAS’çı güruhun kötü transfügürü… Bu tip figürlerin yüksek perdeden hükümeti suçlaması gerekmektedir. Akıl vermek gibi olmasına ama çok basit bir çağrı yapabilirler:
 “Yeni anayasa yapım sürecinde Kürtlerin Türklerle eşit siyasi ve sosyal yaşantılarını destekleyecek tedbirler alacağız. Çatışma nedeni olabilecek haksızlıkları en az düzeye indirgeyeceğiz. PKK’nin siyaset yoluyla savunabileceği hak hukuku silahla aramasına gerek yoktur.” Bu çağrıları hükümet nezdinde karşılık bulursa birkaç adım yol alırız. Yoksa her gün her birimiz için cehennem olacak yolun kenarındaki devasa canlı yiyen ölümcül otlara su vermiş olacağız.
    Bloga yazmama kararı almıştım, çok yıpratıcı bir sorunlar yaşadım. Aslında sorunların büyüğü benim kafasızlığım. Şimdi karşılığını ödüyorum. Hani görülen lüzum üzerine yazdım sanırım. Ayrıca LermontovC adına açılmış twitter hesabının benimle ilgisi olmadığını da belirtmekte fayda var.

      

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.