Bir yüceltme
ve şaşkınlık içinde bulunan aydın vs. yalnızca bir milletin ya da aidiyetin övgüsünü yapmak ve bu
aidiyete uyum sağlamak için bir tür enkarnasyon
medyumluğuyla yetinirse düşünce edilginleşir, üstüne konuşulan sorun
çözümsüz kalır sorunları çözmekle sorumlu olanlar daima yan çizme durumuyla
politik-devlet şiddetini şehvetli
biçimde terörize ederler. Bu durum, gerçekten etkin fikir ve çözüm talep eden
kitlelere karşı çıkmaktan tutalım da bu
çatışmalı sürecin gerçekleriyle de bağını koparmak anlamına gelir. Son dönemlerde Türk aydınının, yazarının,
entelektüelinin önemli bir kesiminin yaşadığı bu trans-medyumluk hali bir kaçış
halidir. Yalnızca egemen aidiyet ve egemen ulusun kalabalıklarını gerektiğinden
daha fazla kör etmeye ve her bireyi bu sosyal cinnet çemberinde zayıf kılmaya yarar.
Bu şatafatlı girişi nasıl bu çatışmalı
sürecin politik çözümlerine bağlayacağım bilmiyorum, lakin tüm tarihsel sorun
ve çözüm deneyimleri bize bir kez daha siyasi iktidar medyumluğunun
insanı var
eden, ona insan olma hazzı yaşatan özgürlükçü çözümler sunmadığını gösterir. Getto
Yahudilerinin toplama kamplarına alınmak istemesi, alınması, yok edilmesi
süreçleri de bu enkarnasyon
medyumlarının (politik danışmanlar) sürekli yol göstermesi ya da gösterilen
yolları onaylamasıyla facianın boyutları büyütmüştür. Kış aylarında sürekli
nokta operasyonlarıyla nerdeyse kitle katliamı yapan devlet aklını öven, bunu
Türklük ve devlet aidiyetiyle bütünleştiren kimi yazar çizerlerin PKK’ye
biçtiği 6 aylık ömür o günlerde basın araçları sayesinde önemli öngörüler
olarak lanse ediliyordu. Şimdi durum değişti, bu defa aynı cenah devlete ya da
hükümete aynı ömrü biçiyor. İşin tuhafı bu trans-medyumluk oldukça rağbet
görüyor, her gün sosyal körleşmeye daha fazla yol açıyor. Bunlardan biri, BDP’li vekillerin gerilla ile yollarının
kesişmesi üstüne yazdığı yazıda egemen devlete, aslında egemen ulusa ait olma
duygusunu o kadar içselleştirmiş ki bunu anormal görüyor, bunu barış düşmanlığı
olarak değerlendiriyor, katillerle kol kola olmakla suçluyordu vekilleri. Kendisinin
bayramlarda, düğünlerde sarıldığı askerlerin, polislerin ise insan
öldürmediğinden bir de son derece emin olarak… Kırk yıllık bir çatışma süreci
ortada dururken BDP’li vekillere böyle suçlamalar yapmak akıl dışı elbette. Bu trans-medya
medyumu zat bir de egemen aklın şehvetine kendisini kaptırmış olacak ki bu
çatışmalı sürecin bazı sonuçlarını vererek ancak 6-7 yaş çocuğunun sorabileceği
sorular sormuş:
“PKK'nın 30 yıllık silahlı mücadelesi Kürtleri hangi
felaketten korudu, yoksa başlarına daha büyük felaketler açılmasına mı neden
oldu? PKK'nın silahlı mücadelesi olmasaydı, JITEM olur muydu? Faili meçhuller
olur muydu, köyler yakılır mıydı, olağanüstü hâl için gerekçe bulunur muydu?
Peki, Uludere
olur muydu? Ceylan o top mermisini evinin yanında bulur muydu?” Kürtlerin başına
gelen devlet uğursuzluklarını PKK’ye bağlamış bu tarih-gerçeklik-akıl yoksunu
zat. Kısa cevaplarla geçiştirelim:
PKK yokken de devlet Ağrı’da KCK operasyonu yaptı bir belediye
başkanıyla onlarca belediye çalışanını tutukladı. (Bakınız Urfan Alpaslan olayı,
Mehdi Zana olayı vs vs vs ) Şimdiki durum farklı, yöneticileri içeri alınan
Kürtler eskisi gibi sinmiyorlar, onları özgürleştirmek için diğerleri de birçok
baskıyı göze alabiliyor. Az daha geriye gidersek PKK olmadığı halde programına
Kürtlerin siyasi ve ulusal haklarından söz eden yasal Türk partisi kapatılmış,
üstelik bu gerekçelerle… Şimdilik devletin açık bir Kürt partisini kapatması
için bayağı bir cesaret hapı içmesi gerekecek. (TİP olayı) az daha geriye
gidersek bu medya medyumunun hayranı olduğu Menderes iktidarının PKK’siz bir
ortamda onlarca Kürt aydınını tutukladığı, hatta idamla tehdit ettiğini
görürüz. Bu süreci istediğimiz kadar geriye götürebiliriz. Bunun evveliyatı
yok. Bu, tarihsel bir sorun olmanın sonuçlarıdır. PKK, Kürtlere ne mi
kazandırdı? Acımasız generaller, şuursuz politikacılar, asimilasyoncu kurumlar
PKK’den önce de vardı, şimdi de var. Şimdi sadece bu barbarların atacağı her
adımda Kürtleri ciddiye aldıkları gerçeği var. Siyaset yaparken, eğitim
programları düzenlerken, savaşa niyetlendiklerinde… 1930’lu yıllardaki koşullar
neyse bugün de o koşulların güncellenmesi olayı var devlet ve aydını açısından…
Kürt tarafı ise bu güncelleme olayını kendi programınca yapıyor. Haklı oldukları
halde yenilebilirler. Bunun örnekleri de var. Saddam da haksız olduğu halde birkaç
yıl galipti, o yıllarda da, KDP, Kürtlere ne kazandırdı, diye soru soran kurnaz
gazeteci-yazar bozuntusu Yıldıray Oğurlar vardı. Şimdi mahcup olmuşlardır. Yıldıray
sanırım o BAAS’çı güruhun kötü transfügürü… Bu tip figürlerin yüksek perdeden
hükümeti suçlaması gerekmektedir. Akıl vermek gibi olmasına ama çok basit bir
çağrı yapabilirler:
“Yeni anayasa yapım sürecinde Kürtlerin Türklerle eşit siyasi ve sosyal
yaşantılarını destekleyecek tedbirler alacağız. Çatışma nedeni olabilecek
haksızlıkları en az düzeye indirgeyeceğiz. PKK’nin siyaset yoluyla savunabileceği
hak hukuku silahla aramasına gerek yoktur.” Bu çağrıları hükümet nezdinde karşılık bulursa birkaç adım yol alırız. Yoksa
her gün her birimiz için cehennem olacak yolun kenarındaki devasa canlı yiyen
ölümcül otlara su vermiş olacağız.
Bloga yazmama kararı almıştım, çok
yıpratıcı bir sorunlar yaşadım. Aslında sorunların büyüğü benim kafasızlığım. Şimdi
karşılığını ödüyorum. Hani görülen lüzum üzerine yazdım sanırım. Ayrıca LermontovC
adına açılmış twitter hesabının benimle ilgisi olmadığını da belirtmekte fayda
var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder