Social Icons

.

Pages

14 Kasım 2012

İRA ile PKK arsında PKK aleyhine argüman geliştirmek: Sefaletin yepyeni Kürt aydınları


Devletin ve siyasi iktidarın “fason Kürtlükte” yeniden kontejanlandırdığı  “Kürt aydınları” yetmeyince daha içeriden “yepyeni Kürt aydını, aktivist” falan bulmak gerekti.  Bu aciliyete elinde tuzlukla koşan da var. İktidarın Kürtlere karşı geliştirdiği politik, askeri, sosyal ve psikolojik konsept “kriz” durumunu alınca iktidarın etrafında pozisyon almış, gazetelerin orasında burasında kendisine köşe ya da sütun kapmış “küçük çaplı mermi insancıklar” her gün yeni bir Kürt aydını keşif yolculuğuna çıkıyorlar. Eskiden bu işi “itirafçılarla” görüyorlardı. Kürtler nezdinde bu konsept karşılık bulmayınca yeni-model bir Kürt fotoğrafı çıkarmak bu iktidarın neredeyse boynunun borcu oldu. Bunlardan sonuncusu da PKK davasında yıllarca hapis yatmış, içeride zaman zaman açlık grevi direnişlerine katılmış bir arkadaş. Son olarak Star gazetesinden bir “küçük çaplı mermi”ye röportaj da verdi. Sosyal medyada bu röportajı açlık grevi eylemcilerinin iradesini kırmak, destek veren aileleri umutsuzlandırmak, BDP’yi köşeye sıkıştırmak için oldukça kullanıldı, dar alanda kısa paslarla sağcı-muhafazakar kesim bu röportajdan “BDP düşmanlığı” çıkarmak için bayağı uğraştı.  Röportajı veren arkadaşın daha önce yine Türk sitelerine konu olmuş bir yazısı ilgimi çekti. İRA ile PKK kıyası…

1.       İrlandalılar aslını inkar etmiyordu, İngilizler onların İrlanda dilinden konuşmasını, yazmasını, eğitim görmesini inkar ediyordu. İngiliz sömürgeciliği belki de klasik sömürgeciliğin anavatanı. Bu açıdan bakıldığında Türklerinki gibi “asimilasyon”u esas almaktan çok işgal ettiği yerleri ekonomik, ticari ve kültürel bir alana çevirme hedefi oluyordu. İngilizlerin “ırkçılık” saikleri devlet siyaseti olarak belirlenmemiştir.  İRA 1916 yılında mücadeleye başladığında mücadele seviyesi Kürtlerin 1925 ve 1938 isyanlarıyla hemen hemen aynı seviyedeydi. Böyle bir kıyas yapılabilir. Kürtler bu isyan dönemlerinde asıllarını inkar etmiyordu, Türkler onların Kürt olmadığını devlet siyaseti haline getirmişti. Paskalya ayaklanması ile 1925 Şeyh Sait ayaklanması arasında siyasi önderlik bakımından fark olmasına rağmen amaç bakımından paraleldir. Haliyle yukarıdaki iddia boş ve temelsizdir. Üstelik İrlanda’daki Protestanlar nüfusta baskın kesim ve koyu bir İngiliz yanlısı. Kalan nüfusun yaklaşık yüzde 45’i İngiliz karşıtıydı kimlik olarak. Yani Kürtler onlardan daha asıllarına bağlıydı.
2.       İRA, 1916 yılındaki Paskalya ayaklanmasını organize ettikten sonra J. Conolly ve 14 arkadaşı idam edildi. Askeri açıdan zayıfladı. Sinn Fein ve diğer İrlanda örgütleri 1918 seçimlerinde yüzde 75 oy alarak de facto bir öz yönetim oluşturdular.  Bu siyasi güçten sonra İRA askeri faaliyetlerini sıklaştırdı, 1921’de İngiliz hükumetini masaya oturmaya razı etti. O görüşmelerde öz yönetim hakkı çıktı. Güney İrlanda, “Serbest İrlanda” hakkıyla siyasi statüye kavuştu. Kuzey İrlanda için savaşan İRA ise uzunca bir süre doğrudan askeri faaliyetlerine ara verdi. Küçük eylemler olsa da taa 1969’a kadar sürekli yeni organizasyonlar deniyordu. Kürt siyasi hareketi de belki PKK adı olarak değil ama Türkiye şartlarında şu veya bu biçimde istikrarsız biçimde devam etmiştir 1925 isyanından sonra. Bu iddian de temelsiz ve öznel bir yorum. Hatta 49’lar olayı ile Sinn Fein’in “sivil haklar” kampanyası aynı döneme denk gelir. Bunu da not edelim.
3.       İRA mücadeleye başladığında sanıldığı gibi İrlandalıların desteğini pek alamadı. Paskalya ayaklanması sadece Dublin merkezlidir ve birkaç günlük çatışmadan sonra ayaklanma bastırıldı. Yüzlerce kişi tutuklanmasına rağmen İrlandalılar pek sessiz kaldılar ama gizliden örgütlendiler. Sen bunu, 12 Eylül darbesi olarak anla PKK’ye karşı… Kıyasını böyle yap.
4.       İRA, ilk kurşunu İngilizlere sıkmadı, ilk kurşunu gönüllü İngiliz yanlısı güvenlikçilere sıktı. Bunu da Kürdistan’daki korucu, bekçi ve ağaların milisleri olarak anla. PKK’nin ilk kurşununu da çözersin. Türk solu demişsin, dostum devletle ortak PKK kadrolarına operasyon yapıyorlardı 80 öncesinde. Doğu Perinçek grubundan haberin yok sanırım… Aydınlık dergisinin işi gücü PKK kadrolarını ihbar etmekti.
5.       İRA, dünya sol hareketlerinden destek falan almadı. 1916 ayaklanmasını dünya solu izliyordu. Alman solu da Rus solu da, bu da doğaldı çünkü kendi ülke sorunlarıyla boğuşuyordu bu sol. Karl Marx ve Engels, İRA’dan çok önce İrlandalıların haklarını kesinkes tanınması taraftarıydılar. Üstelik bu taraftarlık İngiliz işçi sınıfının çıkarına olarak koşullandırılmıştı. Kürtleri destekleyen bir Marx ya da Sartre yoksa bu bizim şansızlığımız mı demeli acaba!
6.       1981 İRA açlık grevlerine dünya kayıtsızdı. Bobby Sands öldükten sonra kayıtlandı dünya. Sen bugün çıkıp açlık grevleri için gazetelere uyduruk mesajlar vermesen dünya, ölüm olmadan kayıtlanabilir Kürtlere… Bunu da belirtelim.
7.       İRA kadar tek adamcı bir örgüt olmamıştır desem abartmam. Bobby Sands’ın ağzından çıkan her sözcük bir talimattı, Sinn Fein’i karıştırıyorsun ki onun da Türkiye’deki karşılığı BDP’dir, PKK değil.
8.       Dünya solu hiçbir zaman PKK’nin mücadelesine terörizm demedi. Atıyorsun. Dünya devletleri dedi ki o devletler İRA’yı da terörist olarak değerlendiriyordu.
9.       Bunda yorum yapmak bile ayıp. PKK’nin daha barışçıl olduğu söylenebilir ki haksız bir değerlendirme değil. İRA daha uzlaşmaz tutumdaydı. Bu da bizim için şans…
10.   İngiltere devleti ile Türk devleti arasındaki farklar olduğu gibi İRA ile PKK’nin askeri gücü arasında da önemli farklar vardır. İRA’nın şansı İngilizlerin 1 tek insanın öldürülmesini bile dert etmesi…
Bence bir daha gözden geçir farkları, farklar çok ama dediğin şeyler değil. Bunları dersen ancak AKP iktidarının küçük çaplı mermisi insancıklar bundan Kürtlere karşı düşmanlık tezleri üretirler.


Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.