Social Icons

.

Pages

26 Kasım 2012

Orwell ve Objektif Olmak


     Orwell sanırım 1945 yılı olacak ki Observer gazetesinin muhabiri olarak Paris’e gelir. Orada Çapski adında bir Rus ile tanışır. Çapski, ülkesinde sıkı bir Stalin muhalifidir. Bu yüzden tutuklanmış, hayatını çalışma kamplarında geçirmiştir. Katin ormanı katliamından da Stalin’in kötülüğünden son anda kurtulmuş  ve Fransa’ya kaçmıştır. Çapski ülkesinde yaşadığı onca acıya ve haksızlığa rağmen Orwell’e , “Almanlar eğer 2.dünya savaşının galibi değilse bu kesinlikle Stalin’in gözü pekliği ve kararlılığı 
sayesindedir.”der. “Çünkü Almanlar Moskova önlerindeyken Stalin, Moskova’yı terk etmedi.” diye de devam eder.
        Orwell o ara “Hayvan Çiftliği” romanını yeni bitirmiş ve yayıncısına teslim etmiştir. Romanda domuz Napoleon karakterini Stalin’i esas alarak yaratmıştır. Kitabın bir bölümünde devrim yaparak Mr. Jones’i devirdikleri çiftliğe hayvanlar,  bir değirmen inşa ederler. Hayvanların düşmanları olan insanlar günün birinde bu değirmeni havaya uçururlar. Saldırı karşısında tüm hayvanlar korkmuştur. Panik halinde hepsi yere yatmıştır. İlgili bölümde o sahne şöyledir: “Güvercinler uçuştular, Napoleon da dahil bütün hayvanlar kendilerini karınüstü yere atıp yüzlerini kapadılar…” Orwell, Çapski’nin anlattıklarından sonra bu bölümü şöyle değiştirir: “Güvercinler uçuştular, Napoleon dışında bütün hayvanlar kendilerini karın üstü yere atıp yüzlerini kapadılar…”
  
Orwell, daha sonra bir yazısında, “Böylece Alman saldırısında Moskova’dan ayrılmayan Stalin’e haksızlık etmemiş oldum.”
  Bu arada Hayvan Çiftliği romanını Türkçeye çevirenlerden biri de Halide Edip Adıvar’mış, üstelik en sağlam çeviriymiş. Bu, bilgi de beni şaşırttı. Ayrıca Orwell’in bu nefis romanındaki tezi Adıvar, Batılılar gibi “komünizm karşıtı” olarak adlandırmıyormuş. “Herhangi bir rejim olabilir.” diyor çiftlik rejimi.
                       Bu yazı Hayvan Çiftliği’nin 2001 yılındaki Celal Üster çevirisinden yararlanılarak yazılmıştır. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.