Görüş: Kuzey Kürdistan’daki etkin siyasi partiler neden tam bağımsızlıkçı argümanı ön plana çıkarmıyorlar da hala demokratik otonomileri konuşuyorlar? Bu durum Kürtler arasındaki siyasi birliktelikleri zayıflatıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi bizim umurumuzda değil biz en doğal haklarımızı koşulsuz kullanmak istiyoruz.
İtiraz:
Bağımsızlık, kolektif ulusal bir hak olarak Kürtlerin en doğal taleplerindendir. Kuzey Kürdistan’da cumhuriyet rejimi ve onun devletçi biçimine karşı birtakım ayaklanmalar oldu. Aslında görünürde bu ayaklanmalar yenilgiyle sonuçlandı, ama bugünkü mücadeleyi tarihsel koşullarla açıklamak istersek varacağımız nokta 1925 isyanının hala devam ettiği an olur. Modern dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelelerin sosyalizmi ulusal kurtuluş için tek çıkış yolu olarak benimsemesiyle Türkiye’de de bu arayışın ilk parti örgütleri ortaya 1970′lerde çıktı: Bunlardan biri olan PKK, solun hakim ulus birlikçi jargonuna teslim olmayarak, ayrı örgütlenme hakkını savunarak Kürdistan’da giderek hem siyasi hem de askeri açıdan güç olabilmenin yolunu açtı.
PKK her ne kadar tam bağımsız sosyalist Kürdistan hedefini savunmuşsa da bunu dönemin ideolojik heyecanına bağlamak en doğrusu. Aynı PKK yıllar sonra mücadelenin ivme kazanmasıyla Türkiye’deki devrimci ve demokrasi güçleriyle ortak yürütülecek bir mücadelenin tam bağımsızlığı getirebileceğine inanıyordu. Aslında haksız da sayılmazdı. PKK’nin sık sık hedef ve program değiştirmesinin de bununla ilgisi vardır. PKK ve Öcalan en başından beri Türk devletinin, bir parçada geliştirilecek siyasi ve askeri çalışmayı tüm gücünü oraya yığarak boğabileceğini düşünüyordu. Türkiye’deki devrimci ve demokrasi güçlerine bu açıdan ihtiyaç vardı. Ama yıllar geçtikçe ideolojik, siyasi ve pratiğini bir milim ilerletmeyen sol tandanslı hareketler bir türlü Türkiye’deki diğer demokrasi güçleriyle bir platform oluşturmadı. Liberal yaklaşımları, ayrılıkçı Kürt hareketini, özgürlükçü sol yaklaşımları adeta bir küfür saydı. Böylece toplumun birçok siyasi, sosyal ve sınıfsal grubuyla bağları koptu.
PKK her ne kadar tam bağımsız sosyalist Kürdistan hedefini savunmuşsa da bunu dönemin ideolojik heyecanına bağlamak en doğrusu. Aynı PKK yıllar sonra mücadelenin ivme kazanmasıyla Türkiye’deki devrimci ve demokrasi güçleriyle ortak yürütülecek bir mücadelenin tam bağımsızlığı getirebileceğine inanıyordu. Aslında haksız da sayılmazdı. PKK’nin sık sık hedef ve program değiştirmesinin de bununla ilgisi vardır. PKK ve Öcalan en başından beri Türk devletinin, bir parçada geliştirilecek siyasi ve askeri çalışmayı tüm gücünü oraya yığarak boğabileceğini düşünüyordu. Türkiye’deki devrimci ve demokrasi güçlerine bu açıdan ihtiyaç vardı. Ama yıllar geçtikçe ideolojik, siyasi ve pratiğini bir milim ilerletmeyen sol tandanslı hareketler bir türlü Türkiye’deki diğer demokrasi güçleriyle bir platform oluşturmadı. Liberal yaklaşımları, ayrılıkçı Kürt hareketini, özgürlükçü sol yaklaşımları adeta bir küfür saydı. Böylece toplumun birçok siyasi, sosyal ve sınıfsal grubuyla bağları koptu.
Geldiğimiz aşamada PKK ve onun etrafında kümelenen siyasi kurumların bağımsızlık hedefinden önce demokratik cumhuriyete, sonra demokratik özerkliğe gelmeleri dönemsel bazı koşulları analiz etmesiyle de ilgilidir. Öcalan’ın tutsak edilmesinden sonra geliştirdiği demokratik cumhuriyet tezi bu sorunun müzakereler yoluyla çözülmesi durumunda işe yarayabilirdi. Türk devletinin statükocu tutumu bu projeyi engelledi. Lakin o demokratik cumhuriyet tezi içinde Kürtlerin ulusal, kültürel ve sosyal haklarına dair güvence de isteniyordu. Öcalan bu durumdan iki yönlü avantajlı çıkmıştır: Birincisi örgütü tasfiyeden kurtarmıştır, ikincisi örgütün ve kendisinin Türk demokrasi grupları arasındaki negatif imajını kırmıştır ki bence başarılı olmuştur. Demokratik özerklik ise sürecin uzamasıyla; AKP-Kemalizm hesaplaşmasından kazançlı çıkmanın bir yoluydu. Sorunu çözme iradesini gösteren işaretler alınca Öcalan ve PKK, demokratik özerklik hedefiyle hem gerçekçi bir projeyi sahiplendiklerini hem de Türklerle ortak bir yaşamın mümkün olduğuna iç ve dış kamuoyunu inandırmak istediler. AKP’nin güvenlikçi uygulamalarıyla süreç bir anlamda tıkandı. Kürtlerin elbette Türkiye’nin demokratikleşmesine ihtiyaçları vardır. Çünkü TR sınırları içerisinde yaşanan sorun kaba bir sömürgeciliği de aşan modern asimilasyonu da içermektedir. Asimilasyonun sonlandırılması bölgesel ve global savaşlar olmadıkça ki, - bu savaşların sonunda Kürtlerin bağımsızlık ilanını varsayarak yazıyorum- ancak demokratik projelerle mümkündür. Kürt çevrelerin Türkiye’nin değişik sol, dindar ve liberal kesimleriyle argüman ve seçim birliktelikleri bununla açıklanabilir. Lakin Arap baharıyla birlikte yeni bir durum ortaya çıkmıştır. PKK ve diğer Kürt siyasi çevreler yeni değerlendirmeler, yeni hedefler yeni saptamalar yapmak durumunda kalmışlardır. Öcalan’ın neyi hedeflediğini az çok biliyoruz. Öcalan’ın hedeflediği federal ya da konfederal sistemlerde Kürtlerin self-determinasyon hakkı, “Her hakkı saklıdır.” şeklinde okunabilir. Süreç sertleşir ve düşman cephesinden yumuşama ve uzlaşma eğilimi görülmezse ulusal birliğe giden bağımsızlık hedefi de bir paradigma çerçevesinde belirlenebilir. Bunun işaretlerini de görüyoruz. Ama süreç bölgedeki siyasi ve askeri güçler açısından dengeleyici olursa sanırım demokratik federalizm, demokratik özerklik hedefleri de oldukça gerçekçidir. Türk anayasası inkar ve asimilasyon üstüne Türk devlet yapısını koruyor. Bu anayasanın demokratikleşmesi Kürtlerin öz yönetim haklarını demokratik yollarla almasını, siyasi statülerini belirleme yolu kolaylaşır ve şiddetsiz gerçekleşebilir. Nihayet Katalonya, BASK ve birçok özerk topluluk ya da bölge İspanya’da demokratik yolları kullanmaktadır. Oysa 1932 yılında ilan edilen Katalonya’nın özerkliği bastırılmış, ancak 1978 anayasasıyla beraber Katalanlar bugünkü bağımsızlık şiarını tartışma, oylama durumuna gelebilmişlerdir. Kuzeyli Kürtlerin henüz herhangi bir siyasi statüsü yoktur. Bu statüyü tartışabilmek için öncelikle Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekliliği apaçıktır. Bu olmazsa zaten mücadele seyri farklı bir paradigmayla gelişir. Bölgesel veya global bir savaşta da sanırım daha net bir federal yapı ya da bağımsız yapının ilanı gerçekleşebilir. Bu savaşları kimse arzulamaz. sonuçları itibariyle herkes için felaket olur. Bu nedenle demokratik geçişlerle öz yönetim, siyasi statü hedefleniyordur. İkide bir sosyal ağlarda, bloglarda BDP’nin eşit, demokratik ve özgürlükçü Türkiye ve Kürdistan argümanlarını küçümsemenin anlamı yok bence. Türk demokratları, ulusalcıları, liberalleri, solcuları ve dindarları gibi Türkiye’nin demokratikleşmesini Kürtlerin öz yönetim gücünü ve talebini kırmak için tartışırken Kürt siyasi örgütleri ve kurumları bu demokratikleşmeyi özgür Kürdistan’ın kansız ve felaketsiz gerçekleşmesi umuduyla tartışıyorlardır. Tarihsel ve dönemsel durumlar analiz edildiğinde bundan gayrısı kazanımları geriye götürebilir. Güney Kürdistan’ın iyi kötü BAAS rejimiyle 1970 özerklik anlaşması vardı. Uluslararası alanda bunca ilgi, hem bölgenin ekonomik dinamikleriyle hem de geçmişe dayalı bu hukukla ilgilidir. Bizdeki malzeme bu. Biz, hala koyu bir asimilasyonun sonuçlarıyla yaşıyoruz. Haliyle kültürel, sosyal ve eğitimsel asimilasyonu kırmak için demokratikleşmeyi talep etmeliyiz de… Bizdeki Türk demokrasi güçleri malzemesi de bu… Demokratik özerklik hedefi şimdilik (bölgesel savaş dışındaki koşullarda) özgür Kürdistan hayaline barışçıl geçişi önermektedir. Şartlar değişince bu hedef de bu argüman da değişebilir. Ben, PKK, Öcalan ve bu geleneğin çevresinde mevzilenmiş grupların süreci dikkatle izlediklerine inanıyorum.
Görüş: Kürt ve Kürdistan sorununu dış dinamikleri dikkate almadan çözelim. Ulusal Kürt birliğini en üst düzeyde gerçekleştirirsek dış dinamikler de lehimizde dönebilir.
İtiraz:
Kürt ve Kürdistan sorunu aynı zamanda dış dinamiklerin, bölgesel güçlerin ve global güçlerin katkısıyla çözülebilecek bir sorundur. Zaten modern dünyanın tüm devletleşme ve otonomi modelleri büyük güçlerden ayrı düşünülemez. Herhangi bir bağımsız devlet ya da otonomik bölge, mutlaka o çokça kaka dediğimiz emperyalist devletlerin katkısıyla siyasi statüsüne kavuşmuştur. İster de facto ister de jure olsun tüm bu egemen devlet ya da devletimsiler emperyalist devletlerin onları tanıması ya da tölore etmesiyle hedeflerine ulaşmada kısmen başarılı olmuşlardır. Finlandya’nın bağımsızlaşmasından tutalım, Kosova’ya oradan Filistin’e kadar durum bu… Süreç sonradan negatif gelişmiş olabilir, paylaşımcı kapitalizmin çıkarları ya da değil ama işin gerçeği bu. Bu, bir sorunun çözümünde dış desteğin katkısı gerçeğini değiştirmez. Özellikle sosyalist Kürtler ve Türkler arasında bu dış katkı ya da çözüm öylesine şeytanlaştırılmıştır ki Wilson prensipleri, Atlanta deklarasyonu ruhunu bilmemekten kaynaklı sanırım. Milliyetçi Kürtlerin en üst düzeyde ve en geniş çerçevede ulusal birlik önermeleri aynı zamanda Kürt siyasi hareketlerine paradigma değişikliği çağrısıdır. Eğer Kürt siyasi güçleri arasındaki siyasi ve askeri güç realitesine uyulursa bu ateşten günler çok büyük kazanımlarla aşılabilir. Benim düşünceme göre Öcalan ve Barzani’nin temsil ettiği iki odak olmalıdır. Diğer irili ufaklı Kürt grupları da bu iki odağa göre pozisyon belirlemeli; tartışmalar bu minvalde yürütülmelidir. Hem Güney Kürdistanlı güçlerin halı hazırda yürüttükleri diplomatik ve ekonomik ilişkiler daha güçlü bir birliğe evrilmede önemli araçlar olur hem Kuzey ve Batı’nın militan gücü ile siyasi gücü bu çerçevede rolünü oynayabilir. Temelde uzak durulması gereken yapılar Arap, Türk ve Fars güçleriyle ortak hareket eden siyasi ve askeri gruplardır. Bunların Kürdistan siyasetinden izole edilmesi gerekir. Bu montaj Kürt grupları Suriye’de ÖSO’ya, Türkiye’de muhafazakar Türk ya da Kemalist Türk veya tam bağımsızlıkçı Türki kurumlarla eklemlenme şeklindedir.
rojpress
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder