Social Icons

.

Pages

31 Aralık 2012

Öcalan'ı hafife almak


    Bugün hürriyet gazetesinde bir haber vardı: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22264471.asp  iddialara göre Öcalan ile MİT arasında bir görüşme var, görüşmenin bir takvim şeklinde ilerlemesi planlanıyor. Türk basınının bir görüşmeyi çarpıtma ihtimaline rağmen bazı değerlendirmelere ihtiyaç var. Haberde, MİT yöneticileri, 2013’ün ilk aylarında kamuoyunun karşısına çözüm bildirimi ile çıkılması hedefiyle Abdullah Öcalan bir araya geldi.” ifaedesi de var ki en çok dikkatimi çeken bu oldu. Bunun bir başka açıklaması “çözüm bildirimi”nin kamuoyuna açıklanmasını herhalde hükumet ve PKK( BDP/KCK )yapacaktır. MİT ile HPG’nin yapacak hali yok. Hükumet adına belki başbakan değil, ama başbakanı siyasetten temsil edecek bir isim bu bildirimi yapacaktır. Temennimiz bu görüşmelerin kamuoyu ile paylaşılıp “müzakereye” dönüşmesidir. Bu görüşmeleri 
       Türkiye ve Kürdistan kamuoyuna bazı çevreler, bunu “müzakere” diye yansıtacaklardır. Bu cenahı dikkate almasak bile  iyi niyetli grup ya da kişilerde de bir kafa karışıklığı mevcut...Bazı kestirmelerde bulunmak mümkün:
1.    Öcalan ile şu anda yürütülen görüşmeler müzakere değil, bir tür ön görüşme ya da müzakerelere hazırlık safhası olarak adlandırılabilir. (Erdoğan hükumetinin kuyruğu dik tutma endişesiyle milliyetçi kesimleri kaygılandırmama “politikasızlığı” eğer devreye girmese bugüne kadar dünyada bu işler nasıl çözüldüyse ona benzer bir süreçle çözüm yoluna gidilecektir gibi…)
2.    Uluslararası gelişmelerin seyrine göre Erdoğan hükumeti bu görüşmeleri sürdürüp sürdüremeyeceğini deklare edecektir.
3.    Hükumetin planında, aynı anda hem tasfiye hem de gerçekten müzakere seçeneği olabilir. Bunu şimdiden kesin bir dille hangisinin olacağını belirtmek saflık olur .  Erdoğan, yerel seçimler yaklaşırken bunu yalancı bir adım olarak da kullanabilir.
4.    AKP’yi oluşturan bileşenlerden, özellikle Gülen cemaati ve çevresi bu görüşmeleri dinamitlemek için çeşitli hileler deneyebilir.  
5.    Hükumet bir yandan Kürt ve Kürdistan sorununda herhangi bir adım atmazken diğer yandan Kürtler arasında PKK’nin özerklik hedefini küçümseyerek, diğer küçük Kürt gruplarının bağımsız devletçi argümanlarını kaşıyarak  bölme, bölmeden sonra da tasfiyeyi hedefleyebilir.
Ee, bunları niye mi yazdım? Benim düşündüklerimi Öcalan düşünemiyor mu, o, bu konularda kaba saba Türk politikacılarının niyetlerini okuyamıyor mu? Bunlara cevap için yazdım. Öcalan’ı ne sanıyorsunuz ki?
    Kapalı kapılar ardında görüşme olur mu?
Evet, bu tip çatışmaların yaşandığı tüm ülkelerde eğer güçler dengesi biri lehine muazzam bir kırılma yaratmamışsa görüşmeler böyle başlar, tıkanır, yeniden başlar, tekrar tıkanır, bir yerden sonra kalıcı bir barış sürecine evirlir. Hükumet anayasal güvencelerle Kürt silahlı muhalefetini “al ver” (haklar ve şiddetten feraget mübadelesi) çerçevesinde yeni oluşturulacak yasal çerçeveye çekmek için bir adım atabilir. Silahlı Kürt muhalefeti  anayasal güvencelerle, uluslararası gözlemciler garantörlüğünde kaba silahlı şiddeti sonlandırabilir. Demokratik zeminde siyaset yapmanın yolunu arayabilir. İrlanda’da, Güney Afrika’da da, Cezayir’de de silahlı örgüt liderleriyle bu tip temaslar oldu. Tıkandı, tekrar başladı, tıkandı , sonunda süreç kalıcı barışa vardı. En yakın tarihi deneyim Filipinler devleti ve MİLF arasında yaşanan ve barış anlaşmasıyla sonuçlanan özerklik projesi oldu. FARC ile Kolombiya devleti arasında da süreç devam ediyor. 1996'dan beri barışma süreci hep çatallı gelişiyor.
   Öcalan, niye MİT ile görüşüyor da hükumeti niye doğrudan muhatap alacak iradeyi göstermiyor? O halde MİT’i de Öcalan reddetsin…
    Anladığım kadarıyla Öcalan birçok defa bu tip görüşmeleri reddetmiştir. Birçok defa da kabul etmiştir. Süreci belirleyen aslında Öcalan, çünkü yeni tekliflere, yeni gündemle görüşmeyi talep eden taraf muhtemelen hükumetten siyasi yetki alıp giden MİT’tir. Bu, hep MİT’le olmaz. Girişte de görüşmelerin kamuoyuna açıklanmasının bildirimi ifadesini vermiştim. Öcalan daha önceki görüşmelerde de bu tip bir talebi vazgeçilmez olarak belirlemişti. Erdoğan’a ve hükumete   kamuoyuna çözüm iradesi yönünde açıklama yapmasını dayatmıştı. Erdoğan ise bu dayefelenerek reddetmiş,  protokolleri imzalamamıştı. (2010-2011 görüşme süreci) Eğer Erdoğan hükumeti görüşmede kararlı olursa bunu politik arenaya anlatmak zorunda kalacaktır ya da Öcalan görüşmeleri bitirecektir. Bu arada 2000’li yıllara kadar bile Barzani ve Talabani Türk devleti nezdinde hep istihbarat ve güvenlik düzeyinde karşılanmıştır. Kimi zaman kamuoyunda gizli görüşmeler yapılmıştır. Bu, kötü mü oldu? Hayır, bilakis iyi oldu, bir sürecin bilinçlice atılan adımlarıydı.
   Gerilla, çatışma, barışma…
Eğer işin içinde değilsek, yani savaşma sürecinin aktif öznelerinden biri değilsek, bir örgütün hiyerarşik yapısı içinde değilsek dışarıdan gerillaya çatışması gerekliliği ya da barışması gerekliliğini söylemek, dayatmak etik değildir. Gerillanın mensubu olduğu hareket, (siyasi yapının) alacağı kararları küçümsemek  ya da abartmanın anlamı yok. bağımsızlık için savaşılan dönemlerde “bir avuç maceraperest” dedikten sonra, bunca siyasi imkan doğduktan sonra gerillayı özerkçi diye küçümsemek de Burkay kurnazlığı olsa gerek. Burkay dedim çünkü sınıfsal, siyasal bir adı yok bunun… Kar kış, dağ, yar gerillanın sırtına ayrıca yük bindirmenin anlaşılır bir tarafı yoktur. Onlar zaten yeterince yüklü… Muhtemelen ne yaptıklarını bilen birileri tarafından yönetiliyorlar.  Sert Kürdistan kışı dikkate alındığında Öcalan ile MİT arasındaki bu görüşmeler,  Öcalan açısından da -devlet samimi değilse - taktik olarak değerlendirilebilir. Ben, buna bahara yumuşak geçiş diyorum.
   Tam bu satırları yazdığım an Amed kırsalında çatışma başladı… Türk devletinde oyun bitmiyor, ama Öcalan da bunu fark edecek kadar zeki değil mi? En azından bizim fark ettiğimizi o da fark edemiyor mu? Ya bizden fazlasını fark ediyor ve görüyorsa? 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.