Social Icons

.

Pages

25 Aralık 2012

Özet Geçiyorum 4

Bu aralar oldukça yoğun bir şekilde Türk klasik romanlarını (Tanzimat dönemi) editliyorum, tashih yapıyorum. Haliyle sosyal ağlarda bulunmak fazlalık olurdu. Ama basından falan gelişmeleri izliyorum, değerlendiriyorum. Keşke bu romancılık üstüne bir şeyler yazsaydım. Hepimize bir dönem zorla okutulan bu romanları twitterden tarihçi bir arkadaşımla mail yoluyla bayağı çözümledik. İlginç detaylar çıktı, dönemin siyasi, sosyal yaşantılarına dair. Bir ara ilginç birkaç anekdot yazacağım.
1.       Rektörlerin ODTÜ öğrencilerinin protesto ve gösteri haklarına yönelik yaptığı açıklama birkaç olayla tarihsel bağ kurmama vesile oldu. Bunların başında “Alman olamayan ruha” karşı 1933 mayısında düzenlenen Nazi kitap yakma seremonilerini anımsattı. 1 Mayıs 1933 yılında      Nürnberg üniversitesi rektörü olarak atanan Heideger, 10 Mayıs’taki kitap yakma törenlerini organize eder,  yakılmasına göz yumar. Yine hocası Edmund Husserl’i Yahudi olduğu gerekçesiyle üniversite kütüphanesine almaz. Birçok Yahudi hoca ve öğrenciyi üniversiteden kovar. Komünist öğrencilerin şiddet görmesine engel olmadığı gibi kışkırtır da… (Rivayet ediliyor.)  Alman Öğrenci Birliği tarafından 10 Mayıs ile 21 Haziran 1933 tarihleri arasında düzenlenen bu kitap avında Bertolt Brecht, Lion Feuchtwanger ve Alfred Kerr gibi Alman yazarlarla Hemingway ile Helen Keller gibi ABD’li yazarların da eserleri vardı. Helen Keller, çocukluğundan itibaren kör, sağır ve dilsizdir. Bu kitap avında bence en dikkat çekici isimdir. Keller, tüm bu engellere rağmen müthiş bir yaşama sevincine sahiptir. Amerikalı sosyalistlerden de biridir. Nazilerin, Keller’i hedef yapmasında hem onun sosyalist kimliği hem de engelli oluşu etkilidir. Zira saf, temiz, engelsiz, ahlaklı toplum ideali kitap yakan güruhun ortak amacıydı.
2.       Kişisel hikayemde de Stalinci sola duyduğum tepkinin ilk nüveleri Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’sunu  okuduktan sonra lise son sınıftayken atılmıştı. Ergani Öğretmen Lisesinde okurken Ergani’de liseler arası bilgi yarışması düzenlenmişti. Liseyi temsilen okul idaresi benle 2 arkadaşı seçmişti. Fakat seçilen diğer iki arkadaşın Hizbullahçı örgütlenmelerle ilgisi olduğu gerekçesiyle yarışmaya katılamayacağımı idareye bildirdim, idare de zaten günlerdir 6/Mat sınıfı olarak sürdürdüğümüz ders boykotlarını da kırmak istiyordu. 17 gerillanın Siirt kırsalında vurulmasıyla buna katliam deyip boykot etmiştik dersleri. Neyse sonunda istediğim iki arkadaşı alarak yarışmaya katıldım. Eser, radikal bir arkadaşımdı. Siirt - Baykanlıydı. Kürtlükle yeni tanışıyor Şeyh Sait çizgisinin kurtuluş olduğuna inanıyordu. Burhan ise sosyalist bir Kürt’tü. Silvan’ın sosyalist ailelerinden birinin çocuğuydu. Bilgi yarışmasında lise olarak birinci olmuştuk. Ayrıca ben de kişisel düzeyde ödüllendirilmiştim Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından. Bana da Doktor Jivago kitabı hediye edilmişti, bir de bir kalem… Derken kitabı okudum. (Aklımda hala Tonya, Lara ve Jivago üçgeni var.) kitaptan sonra arkadaşlarımdan gizli gizli kütüphaneye giriyor, sürekli Stalin dönemini araştırmaya başlamıştım. Araştırdıkça korkunç şeylerle karşılaşıyordum. Solcu kimya öğretmenimiz Zeki Bey’e de durumu sürekli soruyordum. Zeki Bey, kişilere, olaylara değil fikre takılmam gerektiğini belirtiyordu. İkna da oluyordum. Sonra araştırdıkça Stalin ve Kruşçev’in tepkisini çeken Pasternak’ın diktatörün işaret fişeğiyle yüzlerce Sovyet yazarının gözünde hain olduğunu öğrenecektim. Bunlara Şolohov dahildi. Yüzlerce yazar Stalin’in, sonradan Kruşçev’in sonra da Pravda gazetesinin işareti üzerine Pasternak karşıtı bildiri yayınlıyorlar, Pasternak’ın lincini alkışlıyorlar. ODTÜ’de en demokratik haklarını kullanan öğrencilere Türk rektörlerin bildirisini görünce yüzümde acı bir ifade belirdi. Pasternak’ı linç edenlerle ODTÜ’lü öğrencileri linç eden temel mantık devlet ve iktidar mantığıdır sonucunu tekrar tekrar hafızama kazıdım. (Bu arada bilgi yarışmasındaki arkadaşlarımdan Eser ve Burhan da, ikisi de dağa gittiler, sonradan öğrendim. Eser yaşamını yitirdi, Burhan teslim oldu. Burhan ile karşılaşma imkânı bulmuştum, bana, “1990lar Kürt hareketi için aynı zamanda düşmanına benzeme dönemidir.” demişti. Bana birkaç Pasternak benzeri hikâye de anlattı.
   Roboski’nin failleri kimlerdir? (Yıldıray Oğur’a cevaben)
-          Emre Uslu’nun komplolarını inceltip sunmana gerek yok Yıldıraycım. Evet bir devlet var, bu devlet de kuruluş amacı ve felsefesi gereği yer yer, zaman zaman derin olmak durumundadır. Bundan muaf değildir AKP hükümeti ve cemaat… Yüksekova (GEVER), Hakkari (Çolemerg) ve Diyarbakır’da gösteriler olduğunda, Newroz için yüzbinlerce kişi ayağa kalktığında helikopterleri, uçakları kim devlet gücünü göstermek için kaldırıp Kürdistan’da uçurtuyorsa Roboski’yi de o ya da onlar bombalattı.  Bu sorunun cevabı bu kadar basit. Geçmişte Başbuğlar, Işık paşalar günümüzde Özeller falan… Kahin olmaya gerek yok, sokağa dökülen insanlara uçak ve helikopter sortileriyle gözdağı veren devlet (hükümeti, genelkurmayı, istihbaratıyla) ortak bir karar alıp Roboski’i bombalattı. Ha 34 sivil değil de PKK’li vurulsaydı da bu, bir katliamdır. Sen ve avenen bu şekliyle bir insanlığa ulaştığınızda bir daha görüşelim, devlet ve derinliği hakkında.  


Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.