Social Icons

.

Pages

16 Ocak 2013

Barışı da Türkleştirme Hikayesi


   Kürt hareketinin mücadele dinamiklerinin ortaya çıkarmış olduğu siyasi, sosyal, kültürel ve felsefi Kürt paradigmadan olacak ki Türk aydınlarının yüzyıldır sahip oldukları “egemenlik kibirleri” de bir anda yerle bir oldu. Kırılan, incinen, parçalanan egemenlik duygusunu farklı mottolarla teorize veya realize etmeye çabalıyorlar. Günün eğlenceli yazısı bugünkü Taraf gazetesinin Her Taraf bölümünde yayınlanan İlkan Dalkuç ve Doğan Gürpınar’ın http://www.duzceyerelhaber.com/haber-detay.asp?id=10958&dogan_gurpinar-_ilkan_dalkuc:turk_solu_kurt_barisina_hazir_mi bu linteki yazısı.
     Bir defa şunu kesin bir dille hatırlatalım, eğer PKK ve TC devleti arasında bir barış olacaksa bu barışın Kürtler açısından kazancı 1921 kuruluş anayasasından günümüzde devam eden inkarcı, baskılayıcı anayasal varlığın hezimeti olacak. Yani 1924 anayasasından beri Kürtlerin varlığını Türklere köle yapmayı gaye edinen, Türk yoksul sınıflarının varlığını da Türk devletinin bekasının hizmetine sunan anayasal paradigmanın da sonu olacak demektir. Mevcut anayasal durumla zaten Kürtlerin düzenle yaşadıkları sorunların çözümleri mümkün görünmüyor. PKK’nin silahlı kurtuluşçu seçeneğini barışma yoluyla onun elinden almaya niyetiniz varsa öncelikle bunun karşılığında varlığını 1924’ten beri Türklük üzerine inşa ettirdiğiniz anayasanın esaslarından da vazgeçmeniz gerekecektir.  Ancak bu durumda PKK veya diğer Kürt temsilleri linkteki yazarların sözünü ettikleri “gerçek siyaset” arenasına döneceklerdir.  PKK’nin ideolojik, politik, felsefi argümanlarını “Türkleştirilmiş liberal” tezlerle küçümseyerek, onu ütopik hülyaymış gibi pazarlamanın nedeni, sanırım İlkan ve Doğan açısından meseleye krimanal bakmaktan kaynaklanıyor. PKK, demokratik özerklik paradigmasıyla öz yönetimi vazgeçilmez bir statü hakkı olarak tanımlarken cumhuriyet anayasasının temel esaslarını Türk tarafının kısmen ya da tamamen terk etmesi gerektiğini de hatırlatıyor. Bunu anlamayanlar,  Kürtler ve PKK üzerine yazmasın. Öcalan’nın ve PKK’nin bağımsız Kürdistan’dan demokratik özerkliğe geçişi de bununla açıklanabilir.  Kısacası, Türkler ulus devletin katı esaslarından vazgeçtikleri oranda Kürtlerin öz yönetim hak taleplerinde esneme olacaktır, barış da bu çerçevede “al ver” temelinde şekillenecektir.  ( Naylon Kürt milliyetçilerine not: Bağımsızlık da müzakereler yoluyla  anayasal kırılma, demokratikleşme ve benzeri paradigmalarla uluslararası tanınırlık kazanır. Aklınızda Ankara’yı işgal edip tek taraflı bağımsızlık ilanı varsa bunu bilemem. Gizli ordularınız, sırlarla dolu Allah ve melek destekli güçleriniz varsa o ayrı…  Artık kendinizi Öcalan ve PKK karşıtlığı üzerinden değil Türk devletinin esaslarını sarsacak biçimde konumlandırma ve örgütlenmeniz gerekecek sanırım)
   PKK-Sol ilişkisi:
Türkiye solunun, “Devrimden sonra Kürditsan da kurtulacak, Kürtler de… Devrime kadar birlik olalım.” zırvasına karşı PKK ayrı örgütlenmeyi en az Kürt ulusunun kendi geleceğini tayin etme kadar doğal bir hak olarak kullanmıştır. Dünya deneyimlerinde bolca örnekleri var. İrlanda sorunu, Marx ve Engels’in İrlanda sorununa bakış açıları bunun ideolojik zemini. İşin bu ideolojik tarafı bir yana, İlkan ve Doğan’ın sanırım PKK’nin ortaya çıkış koşullarını birkaç defa okuması gerekecek:
1.       Türk devletinin Kürdistan’da var olma biçimlerine karşı mücadele: Eğitim, sosyal ve kültürel araçlara karşı asimilasyonu sonlandırma hedefi
2.       Türk devletinin Kürdistan’daki var olma biçimlerinden toprak-gelenek-güç-egemen devlet ilişkisinden yola çıkarak ağalığa karşı koyuş, geleneksel ilişkileri sonlandırma hedefi
3.       Kürdistan’da Türk devrimini temel hedef yapan bağımsız Türkiyeci sol gruplara kapı gösterme
Ortaya çıkış koşulları  iyi analiz edildiğinde Türk solcularının da bugün kısmen kibirlerinin incindiği görülecektir. Sosyalist kuramı doğmalar, ibadetler ve ayetler şeklinde Kürt gençlerine öğretmeye kalkan solcu Türklük PKK ve Öcalan sayesinde tüm inandırıcılığını yitirdiği gibi, solun ulus devlet modeli etrafında örgütlenmesi de tarihsel bir çıkmaz olarak görülmüş, bunun kapitalist ilişkilerle ilgisi deşifre edilmiştir. Öcalan’ın ve PKK’nin felsefi olarak Kürdistan’da Türk varlığını sonlandırmaları da bu çerçevede değerlendirilebilir ki bence bayağı yol alınmıştır. Sonuçları ortada… İlkan ve Doğan’nın solu eleştiriyormuş gibi görünüp birkaç acemice kavramsallaştırma yoluyla PKK’yi kriminal hedefleri olan bir örgüt olarak baştan sona akıl tutulması tespitleri ise “şahane…”
     Bu iki arkadaşa basit anımsatmalar: Türkiye’de kirli devlet, derin devlet, Ergenekon devleti, balyoz devleti tezgahlarının açığa çıkmasını sağlayan da mevcut durumda PKK’nin evrensel ve yerel düzeyde politize ettirdiği mücadele azmidir… 1993 yılından itibaren Öcalan’ın çete devleti, modern devlet ciddiyetini kaybetmiş kontra devleti çözümlemeleri okunursa ne dediğim anlaşılacak. İliğine kadar gerçeği anlaşılmış bir devlet yapısında karşı sadece askeri mücadele değil, ideolojik politik mücadele de bunun kanıtı… Sizin bugün din, iman, sivil örgütçülük adına suçladığınız generaller çetesi 1993-94 yıllarında Öcalan tarafından çok açık şekilde deşifre edilmiştir. Devlet içi çelişkilerin giderek derinleşeceği, bu çelişkilerin cumhuriyetin elitlerinin diktasını sarsacağı açık açık yazılıp çizilmiştir.
   Esası değil PKK’nin savaş argümanlarını baz alarak eleştiri yürütmek
Şehit, kutsallık, ölüme yatanlar gibi terimleri sanki PKK’nin esasıymış gibi ele alarak buradan PKK’nin arkaik olduğunu iddia etmek de akıl işi değil. Bu tip terimler savaş ve çatışma sürecinde tümden moral ve heyecan düzeyini diri tutmak için kullanılan basit ajitasyon araçları… Buna değinmek bile zaman kaybı, bir gazeteye iddialı bir yazı gönderme cesaretinde bulunuyorsanız bu gerçeği de fark etmeniz lazım…
   Solun PKK ve devlet arasında olası barışa kayıtsız kalmasını İlkan ve Doğan solla tartışsın. Ne denebilir ki? Türklerin millileştirdiği her kavram ve içerik onların elinde ucube bir şeye dönüşüyor. Solculuk da öyle, liberallik de, Müslümanlık da… Lozan sınırlarını tartışmaya açan yaygın Müslüman, liberal ve solcu çizgi var mı? Kürdistanda’ki sömürgeci-sömürge insanı ilişkisini deşen, bunu sanat, kültür-edebiyat etkinliklerine kullanan solcu-Müslüman-liberal çizgi var mı? Nö, nö, nö… O halde aranızda tartışın demekten başka yolum yok…
   Sonuç: Yüzyıllık  savaş, asimilasyon, eritme uygulamalarına son veremeyen bir anayasal çalışma olmaksızın mı barış diyorsunuz, yoksa bunların sonlandırılması halinde mi barış? Öcalan, sizce hangisini dayatıyor? Anayasal baskı sonlandırılmak istenmiyorsa devlet, Öcalan ile neyi görüşüyor? Neyin pazarlığını yapıyor?  
  Yani İlkan ve Doğancım, yazınızın arkasına döşediğiniz “Kriminal suç örgütü PKK ve onu kullanan AKP karşıtı sol.”uyanıklığınızı besleyen enerjinizi bence daha yararlı bir çalışmada kullanın. 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

http://www.duzceyerelhaber.com/haber-detay.asp?id=11173&dogan_gurpinar-_ilkan_dalkuc_:_kurt_sorununda_hayirli_yenilgi

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.