Social Icons

.

Pages

19 Ocak 2013

BBC Türkçe, Kuzey İrlanda Barış Deneyimi ve Kürt-Türk barışı üzerine


Raymond McCartney kimdir?

Sinn Féin partisinden Kuzey İrlanda Meclis üyesi olan Raymond McCartney, eski bir IRA üyesi. 1972 yılında Kanlı Pazar olaylarında kuzeninin öldürülmesinin ardından IRA’ye katıldı ve 1979 yılında tutuklanarak ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi.
McCartney cezaevinde iken 1980 yılında düzenlenen ve 53 gün süren açlık grevine katıldı. 1994 yılında serbest bırakılan ve 2007 yılında hakkındaki suçlamalar kaldırılan McCartney Sinn Féin’de siyasi hayatına devam ediyor.
Türkiye’de PKK ile barış görüşmelerinin başlamasının ardından dünyadaki diğer örnekler daha büyük dikkatle incelenmeye başlandı.
Dünyada etnik temelli çatışma yaşanan birçok ülkeden temsilciler ile deneyimlerini paylaşan Sinn Féin partisinden Kuzey İrlanda Meclis üyesi Raymond McCartney’e Türkiye’deki sürece dair neler söyleyebileceğini sorduk.

Siyasi soruna siyasi çözüm

“Her şeyden önce, çatışmanın nasıl çözüleceğine dair her iki tarafın da belli bir yol haritası ile gelmesi gerekiyor,” Raymond McCartney, kökeni 1600’lü yıllara uzanan Kuzey İrlanda sorununda barış sürecinin başarısındaki kritik noktayı böyle özetliyor.
Türkiye'de gerek hükümetin gerek şu anda cezaevinde bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın nasıl bir “yol haritası” önerdiği ise henüz kamuoyuna açıklanmış değil.
Türkiye’deki çatışma ve barış süreçlerini yakından takip eden McCartney, BBC Türkçe ile söyleşisinde “Biz İrlanda sorununun siyasi bir sorun olduğunu dolayısıyla da siyasi bir çözüm gerektirdiğini savunduk. İngiltere ise soruna uzun bir süre güvenlik sorunu olarak yaklaştı ve çözümü de baskı ve güvenlik önlemlerinde aradı.” diyor.
İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) yöneticileri, silahlı mücadele yürüttükleri dönemde, mücadelelerinin temel eksenlerinden birinin İngiltere’yi siyasi müzakere masasına oturtmak olduğunu söylüyordu.
İngiltere ile uzun yıllar boyunca gizli bir şekilde, alt düzeyde yürütülen temaslara, İngiltere tarafından önce güvenlik yetkilileri katılmış, ardından da sürece üst düzey IRA yöneticileri ve İngiliz siyasetçiler dâhil olmuştu.

'Barışı istemeyenere karşı sürecin işlemesi sağlanmalı'

Sinn Féin milletvekili Raymond McCartney’e göre, “Müzakereler aynı zamanda çatışma durumundan çıkar sağlayan çeşitli gruplar tarafından sabote edilmeye açık süreçler.”
Kuzey İrlandalı siyasetçiye göre, “Bu tür provokasyonları engellemek için "halka siyasi sürecin işlediğini ve sonuç veriyor olduğunu göstermek gerekiyor.”
Türkiye’de bir önceki dönemde, gizli bir şekilde yürütülen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından önce reddedilip ardından kabul edilmek durumunda kalınan görüşmelerin başarısız olmasının ardından, bu kez görüşmeler ilk dönemlerinden itibaren kamuoyuna bizzat başbakan tarafından açıklanarak yapılıyor.
Türkiye medyasındaki bazı uzmanlar, görüşmelerin daha ilk aşamalardan kamuoyuna açık bir şekilde yürütülmesi nedeniyle tartışmanın aşırı uçlar tarafından gasp edilmesine yol açabileceği görüşünde.
Ancak McCartney’e göre, kamuoyunun süreci desteklemesini sağlayacak dinamiklerin yakalanması durumunda barış sürecine karşı olanlar bertaraf edilebilir.

'Ön şartlar sürece engel olabilir'

“Silah bırakma konusunda bir ön şart koymak ya da karşı tarafın teslim olması gibi bir durum yaratmaktan baştan kaçınmak gerekiyor. Çünkü bunlar tam da süreci bloke eden unsurlara dönüşebilir.”
Türkiye’deki görüşme süreci, henüz silah bırakma noktasında değil, hükümet öncelikle PKK’nın silahlı birliklerini Türkiye sınırları dışına çekmesini hedeflediğini belirtiyor.
PKK da Türkiye’nin kendilerinden bu aşamada silah bırakma talebinde bulunmadıklarını ifade ediyor.
McCartney, silah bırakma meselesinin bir komisyon kurularak halledildiğini ve IRA ile bu komisyon arasında bir çözüme gidildiğini söylüyor.
İrlandalı siyasetçi, “Bu tür adımların atılabilmesi ve karşılık alınabilmesi için, masanın etrafındaki herkesin, sorunun barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesini istemesi, karşı tarafı zora sokacak bir taktik olarak görmemesi gerekli,” diyor

‘Çatışmanın nedenleri ortadan kaldırılmalı’

McCartney, siyasi sürecin işlemesi için, müzakereler sırasında bir yandan da çatışmaya neden olan sorunların çözülmesi gerektiği görüşünde.
Ancak, Kuzey İrlanda örneğinde çözülmeyi bekleyen çok fazla sorun olduğu için daha çok temel konular ve bir çerçeve üzerinde anlaşmayı hedeflemişler.
“Bu genel çerçeve kapsayıcılık ve temsiliyet esasına dayanıyordu. Önceden İngiltere hükümeti, bizi marjinalize etmeye ve dışlamaya çalışmıştı. Süreç bunu engelleyecek mekanizmalar oluşturulduğunda işlemeye başladı.”
Barış sürecinin devam eden bir süreç olduğunu vurgulayan McCartney sözlerine şöyle devam etti:
“Çatışmayı yaratan nedenler baskı, olağanüstü hal yasaları, eşitsizlik ve adaletsizlikti. Bu noktalara dair çözüm mekanizmaları ardından sürecin tarafları olan kişilerin güvenini ve inancını artıracak adımların atılması gerekiyor”.

'Sorunu, onu doğrudan yaşayanlar çözecek'

Sinn Féin 2011 yılında İtalya’nın Venedik şehrinde barış süreçlerini tartışmak için Türkiye’den Barış ve Demokrasi partisi ve İspanya’dan Henri Battasuna’nı halefi Sortu temsilcileri ile bir araya gelmişti.
McCartney barış sürecinde Sinn Féin’in de birçok ülkeden temsilcilerle görüştüğünü, özellikle Güney Afrika’da Afrika Ulusal Konseyi (ANC)’den destek aldıklarını söylüyor.
Ancak McCartney’in bu konuda altını çizmek istediği bir nokta var:
“Her çatışmanın ya da her deneyimin kendine özgü, birbirinden farklı tarafları var. Biz çok büyük bir destek aldık ve birçok farklı ülke ile deneyimlerimizi paylaştık. Ancak kendi sorunumuza aktarabildiğimiz daha geniş çerçevede temel prensipler oldu”.
Bu tür deneyimlerden yararlanmanın en güzel yolunun bu temel prensiplerin özel duruma uygulanması olduğunu belirten McCartney sözlerini şöyle bitirdi:
“Süreç içerisinde kendi çatışma durumunuzu çözmenin yolunuzu buluyorsunuz. Birbirimizin deneyimlerini paylaşabilir, birbirimizden öğrenebiliriz. Ancak nihayetinde sorunu çözecek olanlar onu doğrudan yaşayanlardır”.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.