Social Icons

.

Pages

22 Ocak 2013

Endülüs Rüyasında bir Don Qişot, onun zalimane oyunundan üç MARTI: Sakine, Fidan, Leyla


TREPLEV: (Şapkasız, elinde bir tüfek ve vurulmuş bir martıyla girer.) - Yalnız mısınız burada?
NİNA: Evet, yalnızım.
(Treplev, martıyı Nina 'nın ayakları dibine bırakır.)
NİNA: Bu da ne demek oluyor kuzum?
TREPLEV: Bugün bu martıyı öldürmek alçaklığında bulundum. Onu ayaklarınızın dibine bırakıyorum.
NİNA : Neyiniz var sizin? (Kaldırıp bakar martıya.)
TREPLEV (Bir sessizlikten sonra.): Yakında kendimi de böyle öldüreceğim.
NİNA: Sizi tanıyamıyorum.
TREPLEV: Doğru, ama ben de sizi tanıyamıyorum, çok değiştiniz. Bana karşı değiştiniz, bakışlarınız yabancı, varlığım sizin için adeta sıkıntı gerekçesi…
NİNA : Son zamanlarda çok fazla oldunuz. Söyledikleriniz de anlaşılmaz bir takım şeyler, simgeler. Bakın işte, bu martı da bir simge olsa gerek, ama bağışlayın, anlamıyorum onu... (Martıyı kaldırıp bankın üzerine koyar.) Sizi anlayabilmek için fazla basitim.
TREPLEV: Oyunumun başarısızlığa uğradığı o aptalca akşam başladı bu. Kadınlar başarısızlığı bağışlamazlar. Hepsini yaktım onun, hepsini, tek bir kırpıntı kalmamacasına. Ne kadar mutsuz olduğumu bilseniz! Bana karşı bu soğukluğunuz öyle korkunç, öyle akıl almaz bir şey ki!.. Sanki bir gün kalkıp da bu gölün kuruduğunu ya da toprağın içine süzülüp gittiğini görüyor muşum gibi… Az önce beni anlayabilmek için fazla basit olduğunuzu söylediniz. Oh, ne var anlamayacak burada? Oyunum beğenilmedi, sanatımdan nefret ediliyor, beni sürüsüne bereket, sıradan değersiz biri olarak görüyorsunuz…

     
   Her şey 2009 yılındaki yerel seçimlerden sonra başlar. Seçimlerden birkaç gün sonra Kürt siyasi hareketinin onlarca il ve ilçede belediye başkanlığını kazanmasıyla yerli amatör oyun yazarı TR(T)Eplev, başarılı bir oyun yazarı görünmek için geniş çaplı operasyonlar başlatır. Bir çiftlik evine dönüştürdüğü meclisi, yargısı, yürütmesiyle ancak onu çılgınca alkışlayan“karizmatik bir nesne” gibi arzulayan Türk yığınlarca başarılı bulunmuştur. Ama o, asıl ününün, başarısının Kürt köylerinde, şehirlerinde, kasabalarında tescillenmesini istiyordu. Böylece kırdan şehre, yakından uzağa, karadan denize, hem Ankara’dan Pensilvanya’ya kullanılabilir bir senarist ve yönetmen olduğunu kabullendirecek hem de ünü okyanus ötesi duyurabilecekti. Belki ülke içinde de cehenneme çevirdiği her Kürt’ün yaşantısının üzerine kendisini bir baba ya da bir nesne gibi arzulayan Türk yığınlara yeni çiftlikler inşa edecek bir sermaye yaratacktı. Bununla yetinmeyip Güney’ini cehenneme çeviren karışıklıktan yeni Osmanlı rüyalarındaki kanlı cenneti yaratabilecekti. O, bu rüyada kendisini Endülüs’ü fethetmiş Don Qişotvari bir hülya ile özdeşiklik kuracak, önüne geleni kılıçtan geçirecek, kimine ün, şan, şöhret; kimine ev, yol, plaza; kimine ise Roboski’deki gibi onlarca cenaze, ahşaptan tabutlar, ucuna kına yakılmış beyaz tülbentler, gülüşsüz çocuklar bırakacaktı… Büyük bir hırs ve hevesle başladığı “oyun yönetmenliği” bu ihtişamlı çelişkiler arasında fecaatle sonuçlanacak, vahim bir ruh haliyle Batı ile çağdaş uygarlık rüyasına yatmış Ata’sının yarım kalan ününü yakalayıp onu aşacaktı. Ata’sı da tıpkı oyundaki Trigorin ve Arkadina aşkında olduğu gibi garip hayal kırıklıklarıyla iç ülkeye ve onu çeviren dış ülkeye devasa bir cehennem bırakacaktı.
    2013 Ocak:  2009’da başlayan bu ünlü olma sevdası birkaç İmralı ve Oslo denemesiyle İmralı, Avrupa ve Qandil'deki rakiplerinin inanılmaz politik becerisiyle dumura uğratılmış iktidarın “Osmanlı Çiftliği” büyüsü bozulmuş, rüyası sonlanmıştı. Zira İmralı’daki daha reel, daha becerikli, daha ön görülü yaklaşımlarıyla 2003’ten beri kuşlar, göller, ağaçların doldurduğu, kesk u sor u zer renklerle donatılmış bir tabloyu tasarlamıştı. O tablonun ilk görüntüsü Rojava'da açığa çıkmıştı. Belki oyun yazarı değildi, ama bir tablonun neresine fırça atsa oradan rengârenk bir algı oluşturma yeteneğine sahipti. Nina, kendi oyun yazarı, yönetmeni TR(t)Eplev’e değil, daha yetenekli bir sanatçıya  aşıktır. Bu acıyla, bu başarısızlıkla yaşamak TR(t)Eplev için sonsuz bir elem ve keder olmuştur. Hasta biçimlerle özleyen Türk yığını seyircisine TR(t)Eplev, kendisini bir şekilde kanıtlayacaktır. Belki Lice’de Bagok’da, Oremar’da avcılarına öldürttüğü onlarca kartal ve şahinin ölüsü bu Türk yığınları tatmin etmemiştir.
Sonuç: Danışmanlarıyla, yardımcılarıyla, çiftliğindeki tüm görevlilerle bir iki yıl önce bir toplantı yapmıştır. Eğer yığınlar, onun o karizmatik Don Qişot rüyasını arzulayanlar nice kartal ve şahinin öldürülmesine razı olmazlarsa daha Batı’da “MARTILAR”a yönelme planları yapacaktır. Allı, morlu martılar, tek suçları bir göle olan aşkları martılar… Kawa’nın, Şeyh Sait’in, Seyit Rıza’nın, Qazi Muhammed’in haydutlarca parsellenmiş, gasp edilmiş  çiftliğindeki ağaçlar arasından süzülen yolun başında masmavi göle aşık martılar…
   TR(t)Eplev, acımasız bir piştonun namlusundan çıkan mermilerle Nina’nın önüne bir değil, üç martı ölüsü bıraktı: Sakine, Fidan ve Leyla… 3 yıl önceki ahmakça başarısızlığını üç martıya fatura etti. Şimdilik bildiğimiz tek şey binlerce Nina’nın onun bu vahşi metotlarına teslim olmadığı. Martılara saygı adına… Dişleri dökülmüş, bağırtılmış, çığlıkları bile duyulmamış üç martının hikayesi bu. Acemi, başarısız, ahmak bir yönetmenin son çılgınlığı… 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.