Social Icons

.

Pages

30 Ocak 2013

Paris'ten Ankara'ya flu resimler


    
     Paris suikastları, Fransız ve Türk devletinin olayı aydınlatmada geciktiği her dakika yeni bir kirlilik alanı yaratıyor. Bugün hükümete yakın birkaç gazete olayı sulandırmada, esas katilleri gizlemede ne kadar marifetleri olduklarını kanıtlamak için ellerinden geleni yapmışlar;
Taraf ve Yenişafak’taki haberler muhabir imzalı. Yalnız iki muhabir de kopya cümlelerle doğru bilgilerin içine kattıkları yönlendirme ifadelerle başından beri cinayetlerin örgüt içi infaz olduğunu teorisini kanıtlamak için her boku yemiş. Polis güya Ömer Güney’in Ankara’da görüştüğü 8 kişiden ikisinin PKK’li olduğunu söylemiş. Bu PKK’lilerin kimler olduğu ise muamma, henüz bu PKK’lilere yönelik bir gözaltı falan da yok. Muhtemelen birkaç gün sonra bir gizli tanık yaratılır ki bu gizli tanık da ya polis ya da başka bir unsur olur, bu iddiayı destekleyecek birkaç ucube bilgi daha servis edilir. Ömer Güney’in örgüt içine sızdırılmış bir unsur olduğu belirginleşiyor, tüm veriler bunu gösteriyor. Sadece Güney’in kendi itirafı eksik bu konuda. Bunca doneye rağmen, Güney’in kirli ilişkilerini gizleme çabasına giren bir cenah var Türkiye’de… Bu cenahın başını cemaate yakın kalemşorlardan Emre Uslu ve benzerleri çekiyor. Henüz olayın sabahında iç hesaplaşma diye yana yakıla yarattıkları puslu ortamlardan adeta diğer katilleri kaçırtma telaşı var. Türk basını, Türk polisi menşeili olmadığı sürece Paris Suikastlarının üstündeki perdeyi aralamamaya özen gösteriyor. Bugün ayrıca Yenişafak’ta Fransa büyükelçisinin Laurent Bili’nin açıklamaları vardı http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/tetikci-kesinlikle-omer-guney-30.01.2013-463816?utm_source=manset-15&utm_medium=df&utm_campaign=manset-15 Bili, adeta bu cinayetlerin çözülmesi durumunu Fransa’nın Mali’ye yaptığı askeri harekata Türkiye’nin desteği olup olmayacağı şartına bağlamış. Hatırlarsanız PKK ve Öcalan da Avrupa Gladyosu ile bunlarla irtibatlı Türk devletinin yeni yetme sahiplerini işaret etmişlerdi. Eğer bir fotoğraf istenecekse Büyükelçi L. Bili’nin açıklamaları ilk görüntü olabilir Öcalan’nın açıklamalarına…
    Daha önce http://www.cengizchefikir.blogspot.com/2013/01/qmislodan-parise-terorist-hucreler.html bu yazımda cinayetlerin işlenme amacına dair bazı kestirmelerde bulunmuştum. Cemaat ve polis medyasının telaşlı bir şekilde yangından mal kaçırırcasına olayı flulaştırma çalışmaları iddialarımı kuvvetlendiriyor. Emre Uslu ve benzerlerinin şimdilik tüm çabası, bu flulaştırma oyununu sürdürmeleri… Ömer Güney’in Türkiye giriş çıkışları ve bağlantıları henüz açıklanmadı. Eğer MİT, kurumsal olarak bu operasyonun dışındaysa ( ki içinde olması neredeyse Fransa ile bir savaş sebebi sayılabilir, çünkü yurtdışı operasyonları hükümet kararı olmadan mümkün değil.) Cemaat medyası ve ekipleri yakında olayı MİT müsteşarına ve olası barış yanlılarına bağlayabilir. Böylece cinayetleri organize eden ekibin el altından da propagandası yapılacak ve Hakan Fidan ekibine yönelik yeni adaylar parlatılabilir.  Cemaatin, aralıksız bir yıldır Hakan Fidan ve ekibinin başarısız istihbarat çalışmaları yaptığı şeklindeki haberleri biliniyor. Bu durumda MHP-BBP Cemaat koalisyonu yabana atılır bir ihtimal değil.
Sorular:
1.       Ömer Güney eğer PKK'li ise çatışmalı sürecin en kanlı döneminde (Ağustos-Aralık arası) nasıl olur da elini kolunu sallayarak defalarca Ankara’ya giriş çıkış yapabiliyor?
2.       Ömer Güney’in işbirliği içinde olduğu kimselere yönelik neden bugüne kadar operasyon yapılmadı? Yoksa bazılarının iz kaybettirmesi için fırsat mı yaratılıyor?
3.       Ömer Güney’in olası milliyetçi ve operasyonel bağlantıları açığa çıkınca Türk basını neden olaya dair haberlerine anında son verdi?
Bazı cinayetler arkasında şüphe uyandırıyor, doğru lakin Paris cinayetleri şüphe değil arkasında çok belirgin izler bırakmıştır.  

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.