Politik
propaganda, rakip tarafta olanların beyanlarını, argümanlarını kınamak, onların
etkisini kırmak için yapılır. Bugünlerde hangi politik kişiliğe sorarsak
soralım propagandayla uğraştığını söylemez, ona göre bir meseleyi kendi
açısından anlatmak gibi bir derdi var. Eskiden iletişim araçlarının eksikliği,
yetersizliği ve iletişim teknolojisinin
zayıflığı yüzünden bir bildiriye, bir kitaba, bir söylenceye birçok insanı ikna
etmek mümkündü. Bu, artık günümüzde zor desem de kronik kemalizm, kronik
solculuk, kronik İslamcılık, kronik sağcılıkla biçimlenmiş Türk toplumu için
aynı kanaatleri taşımıyorum. Hala propaganda araçlarını ellerinde tutan güç ve
odaklar istediği gibi yönlendiriyor kalabalıkları. Oysa politikada artık her hikayenin iki tarafı vardır, her olayın da…
Belki de birkaç tarafı!
Wallerstein tarzı
bir giriş yaptım, lakin buna sahiden ihtiyacım vardı. PKK-Türk devleti barışı
kapıda, lakin bu meret öyle güvercin misali yeryüzüne kanatlarını yaya yaya inmiyor.
Uçurumlarda, vadilerin derinliklerinde, devasa ormanların içinde; militanların,
askerlerin ağzını burnunu kanata kanata geliyor. Barışmak benim bildiğim
politik bir olgudur. Bir savaş sonrasında genelde ihtiyaç duyulur. Henüz birkaç
günlük bir deneyim var. BDP dışında ki İmralı ziyaretine atfettikleri değeri
henüz öğrenemedik , genelde diğer kurumsal yapıların, gazetecilerin,
aydınların, kimi toplum örgütlerinin barıştan ne anladıklarını öğrenmiş
bulunuyoruz.
Türk
hükümeti açısından:
Türk hükümetinin
birkaç aklı var, başakıl siyaseten
sıkışmış, ihtiyaç duymuş, talep etmiş ama egemen devletin başı olma kibriyle bu
günlerde işi; sağcı, ulusalcı, cemaatçi, milliyetçi kesimlere propaganda
yaparak geçiştirme niyetinde. Bir yandan da emrindeki provokasyoncu ve komplocu
ordusunun içinde belirebilecek vatansever çizgiye çiçek atma telaşında.
Temennimiz bu tip kaygılarını politikleştirip dilini barışmanın gereklerine
uygun terbiye etmesi… Gerçi ben başakıl
efendiden ziyade Yıldıray Oğur’u okuyarak bazı sonuçlara varıyorum. Başakıl
kamuoyuna propaganda yaparken tipik devlet aklı modunda, Yıldıray ise devlet
tarafının sunabileceği en geniş görüşme skalasını veriyor. Yıldıray esner ama
hükümet bu taleplerinde esner mi bilemiyorum; mesela Kürtlerin siyasi statü meselesi,
öz savunma meselesi şimdilik masada en zorlu konular olacak gibi duruyor…
Yardımcı hükümet akılları ise esnemeye meyilli bence… En azından Öcalan ile
görüşmeye doğrudan siyasi Kürt temsilini göndermeye razı oldular. Bu defaki
görüşmelerin en dikkat çekici yanı bu. Bizi en çok heyecanlandıran yanı bu.
Kürt hareketi açısından:
Öcalan açısından
daha önceki görüşme deneyimleri bir avantaj. Talepler skalasını şimdilik dar
tutuyor anladığım kadarıyla, hükümetin tersine o esnemeyi talepleri
genişleterek hükümeti zorlayarak süreçte rol oynamak istiyor ki Kürtlerin doğal
ve kültürel haklarının tarihsel gaspı bunun meşru zemini… Qandil’deki PKK ise
geniş talep skalasından dara doğru esneyebilir. Gerçi kimi Türk yazarları buna
Qandil resti diyor, ama fena halde yanılıyorlar. PKK, politik kurumlaşmasını “önderlik” gerçeği üstüne inşa
etmiştir. Hiyerarşik bir kurumsallaşmadan ziyade demokratik, geçişli, değişebilen hedef ve programlarla rakibine karşı
mevzilenen bir önderlik. Zaman zaman
uzlaşabilen, kimi zaman uzlaşır gibi görünen kimi zaman da radikalleşen
bileşenler örgütüdür PKK… Bir bütün Kürt hareketi açısından en zor mevzu ki
sanırım de jure Türkiye sınırları
dışına çekilmek olacak ki bu konuda ciddi kaygıları, ciddi endişeleri var. Türk
devletinin tarihsel kötülüklerle ete kemiğe bürünen oyalamacılığı, hilesi,
oyunları mevcut. (1925-1938 isyanları,
1993 ateşkesi, 1999 sınır dışına çekilme vakıları, barış gruplarının başına
gelenler vs. ) Hükümetin çok eski bir barışıyormuş gibi görünen Edward
Longshanks planlarının olabileceği PKK’nin en ciddi kaygısı sanırım. Gerçi
hükümet yanlısı kimi yazarlar, paradigma değişikliğine vurgu yapıyor, ama ancak
ben ve Yıldıray Oğur buna inanıyoruz, PKK’yi bu değişime inandırmanın en kolay
yolu, sanırım barış için “yasal çerçeve” oluşturma ve sınır dışına çekilecek
silahlı birlikler için “uluslararası gözlemci” talebini kabul etmektir.
Diğer konular müzakerenin teknik ayrıntılarıdır, pazarlık sürecini
ilgilendirir. Yalçın Akdoğan her ne kadar “al-ver” tarzı yapmayacağız
dese de bu hükümet açısından kocaman bir defodur, falsodur. “Al-ver”
dışında bir seçenek bizi barışa götürmez. Kışın devletin operasyonel gücüne
yazın da PKK’nin devrimci halk savaşı taktiklerine götürür… O halde barış
isteyen her kesim ve kişi sanırım süreci
“al-ver” yönünde olması yönünde sıkıştırmalı tarafları…
Şimdilik temel iki tarafın
pozisyonlarını kendimce saptadım. Medya açısından, sosyal ağlar açısından vs.
devm edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder