Social Icons

.

Pages

7 Ocak 2013

Takvim müzakereye dönüşür mü? 1


    Politik propaganda, rakip tarafta olanların beyanlarını, argümanlarını kınamak, onların etkisini kırmak için yapılır. Bugünlerde hangi politik kişiliğe sorarsak soralım propagandayla uğraştığını söylemez, ona göre bir meseleyi kendi açısından anlatmak gibi bir derdi var. Eskiden iletişim araçlarının eksikliği, yetersizliği  ve iletişim teknolojisinin zayıflığı yüzünden bir bildiriye, bir kitaba, bir söylenceye birçok insanı ikna etmek mümkündü. Bu, artık günümüzde zor desem de kronik kemalizm, kronik solculuk, kronik İslamcılık, kronik sağcılıkla biçimlenmiş Türk toplumu için aynı kanaatleri taşımıyorum. Hala propaganda araçlarını ellerinde tutan güç ve odaklar istediği gibi yönlendiriyor kalabalıkları. Oysa politikada artık her hikayenin iki tarafı vardır, her olayın da… Belki de birkaç tarafı! 
    Wallerstein tarzı bir giriş yaptım, lakin buna sahiden ihtiyacım vardı. PKK-Türk devleti barışı kapıda, lakin bu meret öyle güvercin misali yeryüzüne kanatlarını yaya yaya inmiyor. Uçurumlarda, vadilerin derinliklerinde, devasa ormanların içinde; militanların, askerlerin ağzını burnunu kanata kanata geliyor. Barışmak benim bildiğim politik bir olgudur. Bir savaş sonrasında genelde ihtiyaç duyulur. Henüz birkaç günlük bir deneyim var. BDP dışında ki İmralı ziyaretine atfettikleri değeri henüz öğrenemedik , genelde diğer kurumsal yapıların, gazetecilerin, aydınların, kimi toplum örgütlerinin barıştan ne anladıklarını öğrenmiş bulunuyoruz.
  Türk hükümeti açısından:
Türk hükümetinin birkaç aklı var, başakıl siyaseten sıkışmış, ihtiyaç duymuş, talep etmiş ama egemen devletin başı olma kibriyle bu günlerde işi; sağcı, ulusalcı, cemaatçi, milliyetçi kesimlere propaganda yaparak geçiştirme niyetinde. Bir yandan da emrindeki provokasyoncu ve komplocu ordusunun içinde belirebilecek vatansever çizgiye çiçek atma telaşında. Temennimiz bu tip kaygılarını politikleştirip dilini barışmanın gereklerine uygun terbiye etmesi… Gerçi ben başakıl efendiden ziyade Yıldıray Oğur’u okuyarak bazı sonuçlara varıyorum. Başakıl kamuoyuna propaganda yaparken tipik devlet aklı modunda, Yıldıray ise devlet tarafının sunabileceği en geniş görüşme skalasını veriyor. Yıldıray esner ama hükümet bu taleplerinde esner mi bilemiyorum; mesela Kürtlerin siyasi statü meselesi, öz savunma meselesi şimdilik masada en zorlu konular olacak gibi duruyor… Yardımcı hükümet akılları ise esnemeye meyilli bence… En azından Öcalan ile görüşmeye doğrudan siyasi Kürt temsilini göndermeye razı oldular. Bu defaki görüşmelerin en dikkat çekici yanı bu. Bizi en çok heyecanlandıran yanı bu.
Kürt hareketi açısından:
Öcalan açısından daha önceki görüşme deneyimleri bir avantaj. Talepler skalasını şimdilik dar tutuyor anladığım kadarıyla, hükümetin tersine o esnemeyi talepleri genişleterek hükümeti zorlayarak süreçte rol oynamak istiyor ki Kürtlerin doğal ve kültürel haklarının tarihsel gaspı bunun meşru zemini… Qandil’deki PKK ise geniş talep skalasından dara doğru esneyebilir. Gerçi kimi Türk yazarları buna Qandil resti diyor, ama fena halde yanılıyorlar. PKK, politik kurumlaşmasını “önderlik” gerçeği üstüne inşa etmiştir. Hiyerarşik bir kurumsallaşmadan ziyade demokratik, geçişli, değişebilen hedef ve programlarla rakibine karşı mevzilenen bir önderlik.  Zaman zaman uzlaşabilen, kimi zaman uzlaşır gibi görünen kimi zaman da radikalleşen bileşenler örgütüdür PKK… Bir bütün Kürt hareketi açısından en zor mevzu ki sanırım de jure Türkiye sınırları dışına çekilmek olacak ki bu konuda ciddi kaygıları, ciddi endişeleri var. Türk devletinin tarihsel kötülüklerle ete kemiğe bürünen oyalamacılığı, hilesi, oyunları mevcut. (1925-1938 isyanları, 1993 ateşkesi, 1999 sınır dışına çekilme vakıları, barış gruplarının başına gelenler vs. ) Hükümetin çok eski bir barışıyormuş gibi görünen Edward Longshanks planlarının olabileceği PKK’nin en ciddi kaygısı sanırım. Gerçi hükümet yanlısı kimi yazarlar, paradigma değişikliğine vurgu yapıyor, ama ancak ben ve Yıldıray Oğur buna inanıyoruz, PKK’yi bu değişime inandırmanın en kolay yolu, sanırım barış için “yasal çerçeve” oluşturma ve sınır dışına çekilecek silahlı birlikler için “uluslararası gözlemci” talebini kabul etmektir. Diğer konular müzakerenin teknik ayrıntılarıdır, pazarlık sürecini ilgilendirir. Yalçın Akdoğan her ne kadar “al-ver” tarzı yapmayacağız dese de bu hükümet açısından kocaman bir defodur, falsodur. “Al-ver” dışında bir seçenek bizi barışa götürmez. Kışın devletin operasyonel gücüne yazın da PKK’nin devrimci halk savaşı taktiklerine götürür… O halde barış isteyen her kesim ve kişi  sanırım süreci “al-ver” yönünde olması yönünde sıkıştırmalı tarafları…  
       Şimdilik temel iki tarafın pozisyonlarını kendimce saptadım. Medya açısından, sosyal ağlar açısından vs. devm edecek…


Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.