Bana bugün, Öcalan’ın
en büyük örgütsel başarısı nedir, diye sorsalar kesinlikle tutsaklık sonrası
PKK’yi yönetecek kadroyu her açıdan hazırlamış olmasıdır, derim. Bu fikrimi
Karayılan ve ekibini örnekleyerek desteklerim.
1992, Peru:
Peru Komünist Partisi/Aydınlık Yol hizbinin lideri Felsefe
Profesörü Abimael Guzman yakalanır. Onun yakalanmasına giden süreci Alberto
Fujimori hükumeti özel yasalarla hazırlamıştır. 1992 yılında Fujimori hükumetinin kurduğu anti terör timleri titiz bir çalışmadan sonra Guzman ve 8
arkadaşını bir başkent Lima’nın bir semtinde hücre evinde yakalarlar. Tarih
12 Eylül 1992’dir. Dünyada büyük yankı uyandıran bu operasyon Aydınlık Yol’un
da sonunu hazırlayacaktır. Ele geçen dokümanların yanı sıra Guzman üzerinden
daha incelikli bir operasyon gerçekleştirilecektir. Üç gün süren yargılama duruşmalarından
sonra Guzman ve arkadaşları ömür boyu hapisle cezalandırılırlar. Ardından Guzman, Callao deniz üssündeki hapishaneye
götürülür. Bir süre sonra hükumet Guzman’ı televizyona çıkmaya razı eder ve
barış görüşmelerinin başladığını Guzman, Peru devlet televizyonunda
açıklayacaktır. Aynı anda hükumet
kısmen siyasi kanalları açacak, silah bırakan gerillaya af kanunu çıkaracaktır. Hükumetin bu operasyonu Aydınlık Yol’da ciddi bir yarılma yaratır. Binlerce gerilla
silah bırakırken bir kısmı da savaşmaya devam edecektir. Savaşmaya devam eden
hizbin lideri Ramirez Duran da 1999 yılında yakalanır ve Aydınlık Yol
efsanesinin de sonuna gelinir.
Muhtemelen Türk hükumetleri de bu süreçleri A’dan Z’ye kadar incelemişlerdir. Girişte Öcalan’ın neden örgütsel başarısından söz ettiğim anlaşılmıştır umarım. 13
yıllık bir tutsaklık boyunca kafasındaki barışçıl siyaset modelini
dayatan, giderek dinamikleri gelişen bir
hareketin liderliğinden söz ediyorum.
Aslında bu yazının
konusu tam olarak örgütsel başarıya endekslenmiş bir liderlik profili de değil.
Öcalan, kendi deyimiyle “Türk hükumetlerinin askeri savaşına karşı 100’de 5 bir
kapasiteyle çalışıyorum, asıl başarım iç ve dış özel
savaş yöntemlerine karşıdır.” derken bunu ilk duyduğum yıllar gülünç bulmuştum.
Gelinen aşamada benim bu kanaatimin gülünç olduğu kesinleşti… Henüz 80’li
yılların başında Burkay ve çetesinin, Öcalan’ın, Kürdistan’da devrimci dinamikleri harekete geçirme potansiyeline “iflah olmaz terörizm” etiketi yapıştırmasıyla
başlayan “özel savaş” yıllar geçtikçe derinleştirilmiş, kimi Kürt ve Türk
solcularıyla, sağcılarını; muhafazakarlarıyla, milliyetçisini bir cephede
birleştirmiştir. 1980’li yıllarda devletin helikopterlerden dağ taşa yaydığı (attığı)
“Öcalan Ermeni’dir.” bildirilerinden tutalım, “O, Allahsızdır.” karşıt sloganlarına
kadar devlet çok yönlü psikolojik harp taktikleriyle tasfiyede sonuç almaya çalışmıştır. Uğur Mumcu ve benzeri
zavallıları kullanarak, onun devletin veya MİT’in ajanı olduğunu, hatta MOSSAD
ve CİA ajanı olduğunu sürekli propaganda etmekten geri durmayan bir “özel savaş
aygıtları” gerçeğine rağmen bugün de “Zerdüştlük” şeytanlaştırılması ancak bu
suçlama sahiplerini hasta etmiştir. Hatta bu suçlama sahipleri, Kürtler arasında
patolojik vakıa olarak algılanmalarına karşın Kürtler nezdinde sürekli artan
popülaritesi Öcalan'ı PKK içinde de
tartışmasız bir lider kılmıştır. Savaşın ve çatışma sürecinin politik iç tartışmalara
da kapalı olduğu dönemlerde sert örgüt içi sorunlar ayrı bir yazı konusu…
Bir dönem en çok
Selim Çürükkaya’nın Öcalan eleştirilerine önem verirdim, onun da geldiği nokta
tipik bir Uğur Mumcu masalının kötü kopyası… Aylardır eski PKK yöneticilerini,
özellikle PWD (2004’te ayrılan grup)
kadrolarının Öcalan ve PKK eleştirilerini okuyorum. Çoğunun siyasi
analiz gücü 1990 PKK’sinin sıradan kadrosu kadar sığ. Bilindik ithamlara takılıp
kalmışlar. Oysa Nizamettin Taş’tan tutalım, Hıdır Yalçın’a, ondan Hıdır
Sarıkaya’ya kadar bu eski sorumluların hepsi yarın öbür gün “Hakikatleri Araştırma Komisyonu”
kurulsa en başta hesap verecek olanlardır. Öcalan’ı eleştirdikleri noktalarda
kendileri bizzat o eleştirilere konu olan eylemlerin failleri… Botan
bölgesindeki dağın taşın, ağacın, kurdun, kartalın dili olsa da konuşsa
Nizamettin Taş’ın 89-90-91 pratiklerini… Yine Hıdır Yalçın’ın, Hıdır Sarıkaya’nın
Dersim’de nasıl savaşı bir mizansene çevirdiklerini kendilerinden dinlesek de Öcalan’nın
tek şefçiliğini anlasak diyorum… Bir kış kampına 47 kişi girip bahara 28 kişi
çıkmayı açıklasalar Dersim’de… Doktor Süleyman’ı , Amed’de “taş altları” anlatsa mesela… Bunları kendileri açıklamalıdırlar.
Öcalan’nın kendilerine tanıdığı yetki ve etkiyi nasıl kullandıklarını
açıklasalar da bu savaşı Kürt cephesinden kirletenleri hepimiz deşifre etsek…
Mesela kurşuna dizdirdikleri bazı kadroların son sözlerinin neden “Biji
Serok Apo” olduğunu anlatsalar! Kaçanların, ayrılanların birçoğunun neden
Öcalan ile görüşme, ona rapor sunma, onu bilgilendirme girişimlerinin engellendiğini sözünü ettiklerim izah etseler. Devletin en amansız
operasyonlarda teslim alamadığı kadroları, egoları uğruna harcayan, kaçışa ,
itirafçılaşmaya sürükleyen eski
sosyalist, solcu Öcalan karşıtları arkaik birkaç ifade dışında
anlatabilirler mi? Bana anlatamazlar…
Şimdi bu noktada “İyi de o kadroları da Öcalan
çizgisi sahiplenmiş, onlara o yetkiyi vermiştir.” eleştirisi geliştirilebilir. Bu,
görünürde gerçekçi bir eleştiridir de…
Lakin denetim olayı günlük yapılamıyor, merkezi denetimden
uzaklaştıklarında düzmece, şişirilmiş raporlarla bu kontrolü kırabiliyorlar. Yılda
bir kez Bekaa’ya rapor gidiyordur muhtemelen. Varın gerisini hesaplayın. Hogir’i, Terzi Cemal’i bir kongrede
beyanatları, fikirleri ve önerileri sonucunda yetkilendirirsiniz, ama bir süre
sonra bunların nasıl bu kadar insani faaliyet dışına çıktıklarını izah
edemiyorsunuz. Anlaşılmıyor da…
Sakine Cansız,
Öcalan için neden mi önemli? Çünkü zindandan çıkan eski PKK’lilerin çoğu birkaç noktada takılıp kalmışlardı, Öcalan, Zindan Konferansıyla ancak ideolojik dönem devrimciliğiyle yetinmeyi
esas alan kadrolara büyük hedefler gösterdi. Savaş süreci içinde askerleşmeyi, "partilileşmeyi" telkin etti. Bu yola gelmeyenlere açık saçık “Ya bize engel
olmayın ya çıkın dışımıza bir sempatizan gibi kalın ya da çocuklarını yiyen
bir devrimin ürünü olursunuz.” çağrısı da yaptı. Süreç böyle gelişti. Sakine Cansız,
kafa karışıklığına rağmen, birçok şeyi anlamlandıramamasına rağmen Öcalan’ın
büyük yürüyüş programına inandı. İnandıkça kendisini daha da geliştirdi her
alanda… Öcalan’a da bunu takdir etmek düştü ki etti de… Cansız bugün bu gelişmişliğinin, bu yürüyüşünün bir
sonucu olarak büyük partili olmasının bedelini ödedi. Lakin Kürtler ve diğer dünya devrimcileri arasında
ölümüyle daha da büyümüştür. Belki de birçoğumuzu utandıran bir yürüyüştü!
Yarın da Kürt
milliyetçisi, bağımsızlıkçısı olduğunu söyleyip de Öcalan karşıtlığını Kürt
politikası haline getirmiş kimi Kürtlerin siyasi eleştirisini yapmayı
düşünüyorum. 15 Şubat Komplosu Kürtleri boynu bükük bir halk yapmayı hedefledi,
şimdi öncesinden daha dik yürüyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder