Social Icons

.

Pages

14 Şubat 2013

15 Şubat ve Öcalan'ın Büyük Yürüyüşü



   Bana bugün, Öcalan’ın en büyük örgütsel başarısı nedir, diye sorsalar kesinlikle tutsaklık sonrası PKK’yi yönetecek kadroyu her açıdan hazırlamış olmasıdır, derim. Bu fikrimi Karayılan ve ekibini örnekleyerek desteklerim.
1992, Peru:
Peru Komünist Partisi/Aydınlık Yol hizbinin lideri Felsefe Profesörü Abimael Guzman yakalanır. Onun yakalanmasına giden süreci Alberto Fujimori hükumeti  özel yasalarla hazırlamıştır. 1992 yılında Fujimori hükumetinin kurduğu anti terör timleri titiz bir çalışmadan sonra Guzman ve 8 arkadaşını bir başkent Lima’nın bir semtinde  hücre evinde yakalarlar. Tarih 12 Eylül 1992’dir. Dünyada büyük yankı uyandıran bu operasyon Aydınlık Yol’un da sonunu hazırlayacaktır. Ele geçen dokümanların yanı sıra Guzman üzerinden daha incelikli bir operasyon gerçekleştirilecektir. Üç gün süren yargılama duruşmalarından sonra Guzman ve arkadaşları ömür boyu hapisle cezalandırılırlar.  Ardından  Guzman, Callao deniz üssündeki hapishaneye götürülür. Bir süre sonra hükumet  Guzman’ı televizyona çıkmaya razı eder ve barış görüşmelerinin başladığını Guzman, Peru devlet televizyonunda açıklayacaktır.  Aynı anda hükumet  kısmen siyasi kanalları açacak, silah bırakan gerillaya af kanunu çıkaracaktır. Hükumetin bu operasyonu Aydınlık Yol’da ciddi bir yarılma yaratır. Binlerce gerilla silah bırakırken bir kısmı da savaşmaya devam edecektir. Savaşmaya devam eden hizbin lideri Ramirez Duran da 1999 yılında yakalanır ve Aydınlık Yol efsanesinin de sonuna gelinir.
  Muhtemelen Türk hükumetleri de bu süreçleri A’dan Z’ye kadar incelemişlerdir. Girişte Öcalan’ın neden örgütsel başarısından söz ettiğim anlaşılmıştır umarım.  13 yıllık bir tutsaklık boyunca kafasındaki barışçıl siyaset modelini dayatan,  giderek dinamikleri gelişen bir hareketin liderliğinden söz ediyorum.
  Aslında bu yazının konusu tam olarak örgütsel başarıya endekslenmiş bir liderlik profili de değil. Öcalan, kendi deyimiyle “Türk hükumetlerinin askeri savaşına karşı 100’de 5 bir kapasiteyle çalışıyorum, asıl başarım  iç ve dış özel savaş yöntemlerine karşıdır.” derken bunu ilk duyduğum yıllar gülünç bulmuştum. Gelinen aşamada benim bu kanaatimin gülünç olduğu kesinleşti… Henüz 80’li yılların başında Burkay ve çetesinin,  Öcalan’ın, Kürdistan’da devrimci dinamikleri harekete geçirme potansiyelineiflah olmaz terörizm” etiketi yapıştırmasıyla başlayan “özel savaş” yıllar geçtikçe derinleştirilmiş, kimi Kürt ve Türk solcularıyla, sağcılarını; muhafazakarlarıyla, milliyetçisini bir cephede birleştirmiştir. 1980’li yıllarda devletin helikopterlerden dağ taşa yaydığı (attığı) “Öcalan Ermeni’dir.” bildirilerinden tutalım, “O, Allahsızdır.” karşıt sloganlarına kadar devlet çok yönlü psikolojik harp taktikleriyle tasfiyede sonuç almaya çalışmıştır. Uğur Mumcu ve benzeri zavallıları kullanarak, onun devletin veya MİT’in ajanı olduğunu, hatta MOSSAD ve CİA ajanı olduğunu sürekli propaganda etmekten geri durmayan bir “özel savaş aygıtları” gerçeğine rağmen bugün de “Zerdüştlük” şeytanlaştırılması ancak bu suçlama sahiplerini hasta etmiştir. Hatta bu suçlama sahipleri, Kürtler arasında patolojik vakıa olarak algılanmalarına karşın Kürtler nezdinde sürekli artan popülaritesi  Öcalan'ı PKK içinde de tartışmasız bir lider kılmıştır. Savaşın ve çatışma sürecinin politik iç tartışmalara da kapalı olduğu dönemlerde sert örgüt içi sorunlar ayrı bir yazı konusu…
  Bir dönem en çok Selim Çürükkaya’nın Öcalan eleştirilerine önem verirdim, onun da geldiği nokta tipik bir Uğur Mumcu masalının kötü kopyası… Aylardır eski PKK yöneticilerini, özellikle PWD (2004’te ayrılan grup)  kadrolarının Öcalan ve PKK eleştirilerini okuyorum. Çoğunun siyasi analiz gücü 1990 PKK’sinin sıradan kadrosu kadar sığ. Bilindik ithamlara takılıp kalmışlar. Oysa Nizamettin Taş’tan tutalım, Hıdır Yalçın’a, ondan Hıdır Sarıkaya’ya kadar bu eski sorumluların hepsi yarın öbür gün “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulsa en başta hesap verecek olanlardır. Öcalan’ı eleştirdikleri noktalarda kendileri bizzat o eleştirilere konu olan eylemlerin failleri… Botan bölgesindeki dağın taşın, ağacın, kurdun, kartalın dili olsa da konuşsa Nizamettin Taş’ın 89-90-91 pratiklerini… Yine Hıdır Yalçın’ın, Hıdır Sarıkaya’nın Dersim’de nasıl savaşı bir mizansene çevirdiklerini kendilerinden dinlesek de  Öcalan’nın tek şefçiliğini anlasak diyorum… Bir kış kampına 47 kişi girip bahara 28 kişi çıkmayı açıklasalar Dersim’de… Doktor Süleyman’ı , Amed’de “taş altları” anlatsa mesela… Bunları kendileri açıklamalıdırlar. Öcalan’nın kendilerine tanıdığı yetki ve etkiyi nasıl kullandıklarını açıklasalar da bu savaşı Kürt cephesinden kirletenleri hepimiz deşifre etsek… Mesela kurşuna dizdirdikleri bazı kadroların son sözlerinin  neden “Biji Serok Apo” olduğunu anlatsalar! Kaçanların, ayrılanların birçoğunun neden Öcalan ile görüşme, ona rapor sunma, onu bilgilendirme girişimlerinin engellendiğini sözünü ettiklerim izah etseler. Devletin en amansız operasyonlarda teslim alamadığı kadroları, egoları uğruna harcayan, kaçışa , itirafçılaşmaya sürükleyen eski sosyalist, solcu Öcalan karşıtları arkaik birkaç ifade dışında anlatabilirler mi? Bana anlatamazlar…
   Şimdi bu noktada “İyi de o kadroları da Öcalan çizgisi sahiplenmiş, onlara o yetkiyi vermiştir.” eleştirisi geliştirilebilir. Bu, görünürde gerçekçi bir eleştiridir de…  Lakin denetim olayı günlük yapılamıyor, merkezi denetimden uzaklaştıklarında düzmece, şişirilmiş raporlarla bu kontrolü kırabiliyorlar. Yılda bir kez Bekaa’ya rapor gidiyordur muhtemelen. Varın gerisini hesaplayın.  Hogir’i, Terzi Cemal’i bir kongrede beyanatları, fikirleri ve önerileri sonucunda yetkilendirirsiniz, ama bir süre sonra bunların nasıl bu kadar insani faaliyet dışına çıktıklarını izah edemiyorsunuz. Anlaşılmıyor da…
   Sakine Cansız, Öcalan için neden mi önemli? Çünkü zindandan çıkan eski PKK’lilerin çoğu  birkaç noktada takılıp kalmışlardı, Öcalan, Zindan Konferansıyla  ancak ideolojik dönem devrimciliğiyle yetinmeyi esas alan kadrolara büyük hedefler gösterdi. Savaş süreci içinde askerleşmeyi, "partilileşmeyi" telkin etti. Bu yola gelmeyenlere açık saçık “Ya bize engel olmayın ya çıkın dışımıza bir sempatizan gibi kalın ya da çocuklarını yiyen bir devrimin ürünü olursunuz.” çağrısı da yaptı. Süreç böyle gelişti. Sakine Cansız, kafa karışıklığına rağmen, birçok şeyi anlamlandıramamasına rağmen Öcalan’ın büyük yürüyüş programına inandı. İnandıkça kendisini daha da geliştirdi her alanda… Öcalan’a da bunu takdir etmek düştü ki etti de…  Cansız bugün bu gelişmişliğinin, bu yürüyüşünün bir sonucu olarak büyük partili olmasının bedelini ödedi. Lakin  Kürtler ve diğer dünya devrimcileri arasında ölümüyle daha da büyümüştür. Belki de birçoğumuzu utandıran bir yürüyüştü!
   Yarın da Kürt milliyetçisi, bağımsızlıkçısı olduğunu söyleyip de Öcalan karşıtlığını Kürt politikası haline getirmiş kimi Kürtlerin siyasi eleştirisini yapmayı düşünüyorum. 15 Şubat Komplosu Kürtleri boynu bükük bir halk yapmayı hedefledi, şimdi öncesinden daha dik yürüyorlar. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.