Social Icons

.

Pages

28 Şubat 2013

Öcalan'a saldırmanın dayanılmaz hafifliği


       Öcalan,  konuştukça “konuşuluyor.” Tecrit, onun üzerinden düşmanlık siyaseti oluşturmak, ona rakip “iç Kürtler” yaratmak, onun ‘Marxizmi aştım, öz güvenini’ solcu teorisyenlere pazarlayıp itibarsızlaştırmak gibi tüm yol yöntemler iflas ediyor yıllardır. Bu bağlamda söylenecek en doğru şey “Öcalan’ın,  rakiplerinin her türlü imkân ve araca sahip olmasına rağmen yarattığı Kürt dinamiğiyle onlara karşılık verdiğidir.” Bu komplike dinamiklere karşı pozisyon alan herkes, fikriyle  bir şekilde Öcalan’ın yarattığı atmosferde eriyip gidiyor.
    Son görüşme notlarının basına sızmasıyla Öcalan’ın potansiyel rakipleri de deyim yerindeyse önce şahlandılar, sonra şahlanışın yarattığı toz bulutu içinde bir günde kaybolup gittiler. Bunları abartmıyorum.
Ne demiş Öcalan? “AKP, bu gücünü, on yıllık iktidarını bana borçlu, onu ben ayakta tutuyorum.” Bu ifadeye karşı ulusalcı, muhafazakar, liberal, solcu Türk, Kürt ve Ermeniler bir anda Öcalan’ı “ego, benlik” silahıyla vurmaya çalıştılar. Güya psikanalist birkaç zırvayla Öcalan’ı küçük düşüreceklerdi. Oysa her seçim öncesi AKP’nin ateşkes taleplerine cevap vermekle, hükümet etme yoluna Öcalan iyi niyet taşı döşemiştir. Söylenen de bu…
“Ergenekon çetesini ben açığa çıkardım, darbeyi önledim.” İfadesi de aynı kesimlerin tüm çocuksu coşkularını (kötücül alaycılıklarını) bir anda alev gibi parlattı. Sonrası kısa bir hüzün oldu sanırım. 1984 yılından bu yana Kemalist oligarşi rejiminin “gizli aparhtheid” içerikli anayasalarının tarihsel dokusunun, amacının, hedeflediği millet şuurunun kalbine hançeri saplamıştır. O rejim 1990!lı yıllarda iç çekişlerle bir çete rejimine dönüşmüştür. Oligarşik olgusunu da kaybetmiştir. Giderek elitlerle onların ayaktakımının sıradan faşist yapısına dönüşmüştür. İletişim, teknoloji, bilişim çağıyla birlikte rejimin tüm kirli uygulamaları deşifre edilmiş ve Türklerin orta sınıf siyaseti 28 Şubat deneyimine rağmen iktidar olmuştur. Böylece orta sınıf Türk siyaseti önceki rejime benzememezliğini ispat edercesine çeteci güruhla, onun oligarşik askeri-bürokratik varlığını  tasfiye etmiştir. Çeteci oligarşiyi derin iç çekişe sürükleyen, onu siyasal alanda da askeri alanda da çürüğe çıkaran ise tartışmasız Kürt hareketinin, onun liderliğinin dinamikleriydi. Öcalan’a rakip olan sağ-sol-liberal-muhafazakar kesim de bugün ideolojik ve politik kurgularından bağımsız olarak psikolojik boşa çıkmışlığa düşüyor. Öcalan’a bunca itham, bunca suçlama, bunca alay ancak psikolojik süreçlerle açıklanabilir.
  Lobi Meselesi:
Basına sanırım eksik aksettirilmiş ve  çarpıtılmış bir diyalog var. Buna rağmen yabana atılacak iddialar değil. Diskurunu siyaset dışı odak olarak belirlediği Cemaat ve onun çevresi esas alındığında, o odağın Kürt hareketine karşı yargı ve bürokrasi içi yürüttüğü operasyonel faaliyetlerle teorik ve pratik flört Ermeni ve Yahudi lobilerini bir anda değerlendirmeyi gerektiriyor. Lobi= millet denklemi olmadığına göre Öcalan’ı milliyetçi ve benzeri argümanlarla itham etmek hafifliktir, kötü niyetliliktir, iç çekişin çıkmazıdır. Öcalan, diğer milletlerin kendi çıkarlarını negatifleyerek, onları hedefleyip nişan alarak namlulara işaret etmemiştir. Tarih ve siyaset ilişkisinin konuşulduğu bir sohbette bazı yuvarlak laflar etmiştir. Theodor Herzl’in lobi çalışmaları tarihseldir. Bu, aynı zamanda haktır. Bugün bu hakkın Kürtler aleyhine dönmesi ifade edilmiştir. Haklar kullanılırken bunun Kürt düşmanlığı üzerinden egemenlerce Ermeni ve Yahudilere dikte edilmesi probleminden söz edilmektedir. Mesela bir siyasi lobi, “Ermeni soykırımında Kürtlerin Rolü” şeklinde uzun soluklu bir çalışma yapıp Türk rolünü ikinci plana itiyorsa bu, kötü bir lobidir. Tüm boyutlarıyla değerlendirilmelidir. KCK operasyonlarını kriminal çerçevede değerlendirip, cemaatin her türlü keyfiliğini siyaseten meşrulaştıran, hukuksuzlukları hem sol hem liberal tezlerle realize eden Etyen Mahçupyan, Markar Esayan gibi yazarların tutumu politik olarak sorgulanmalıdır. Ben dedemin Kürt ulusal çıkarlarından bağımsız olarak soykırıma iştirakini sorguluyorsam Ermenilerin de mülkiyeti, derneği, vakfı, arazisi üstünden lobi kurup Kürt düşmanlığını körükleyen gayri meşru odağa destek vermesi de sorgulanmalıdır. Bunu yapmamak kötülüktür. Bunu boşlamak Halkların ortak, eşit şartlarda yaşamasına karşı kabalıktır, hiledir, oyundur.
    Beyler, başka argümantasyona sarılın Öcalan’a saldırmak için. Kof, kibir,efelik kokan atarlanmalarınızı 10 bin Kürt içeri alındığında yapacaktınız. Bir siyasi hareketin lideri 13 yıldır hukuksuz tutsak edildiği için taş atacaktınız rejimin zırhlılarına…  (sembolleştirdim)  Beş dakikada  pasif savunmadaki 15 kadın militanın imha edilmesini en az bir soykırım kampını lanetlediğiniz gibi lanetleyecektiniz. Bu kirli eylemin faillerinin yargılanması için entelektüel çalışma yapacaktınız. Lobilerinizi bu minvalde de yapabilirdiniz, Françis Jeanson, Donald Woods bu tip lobiler yaptılar. Şimdi gönüllerimizde heykelleri dikilmiştir.
   Sizi acımasız eleştireceğiz, çünkü sahip olduğunuz siyasi, teknolojik ve bilgisel imkan ve araçlar Öcalan’da yok. bunlar olmadığı gibi onu özgürleştirip sonra eleştiri ve suçlama hedefine almak gibi bir ahlakınız olmalı….

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.