Social Icons

.

Pages

3 Ocak 2012

Bir Ahlak Sektörü Olarak Uludere Katliamı

  Son dönemlerde “ahlakçılık, eşitlemecilik” gırla giderken tümden modern ayıklamacılığın biçim verdiği bir tür ikiyüzlülükle karşı karşıyayız. Zaten ahlakın tarihsel kodlarını bir genellemeyle ifade edersek karşımıza koca bir barbarlık, yalancılık, her türlü sınıf tahakkümünü kolaylaştıran birtakım “ilahi ve beşeri” kurallar, felsefeler, analizler çıkar. Türk aydınlarının sağıyla, soluyla, liberaliyle, demokratıyla favori bir yöntem olarak Kürt sorununda çatışan tarafları eşitleyen yaklaşımı mide bulandırıcı olduğu kadar cehaletin de  aydınların içine işlemiş tarihsel bir mikrop olarak açığa çıkmasına vesile oldu.  Bu modern dönem cehaleti (Türk aydınlanmacılığı) yapısal benzeştirmeler (analoji kurmak) yaparak bunu başarır. Dünyada da örnekleri mevcut ama bu yazıyı ilgilendiren bizdeki “ahlakçılık”…
  Paris Üniversitesi öğrencileri İspanyol Aziz İgnatuis rehberliğinde faaliyete başladıklarında “amacı gerçekleştirecek araçlar meşrudur.” gibisinden kutsal bir söylem yaydılar gizliden gizliye. Daha sonra bu  Cizvit Rahipleri (Jesuit priests) öğretisi olarak kaldı. 20 .yüzyılın Bolşevik önderi Lenin de “Amaç politik iktidardır, buna hizmet eden her yol denenmelidir.” tespitini yapmıştır. “O halde Leninist sosyalist yaklaşımlar Cizvittir.” saçmalığına varacak kadar akıl dışılığa çıkan bu anlayış Türk siyaseti ve onun kolu kanadı aydınları tarafından hiç terk edilmedi. Bir anda bu aydınların nezdinde Çarizm ile Bolşeviklik kardeş olur. Bir bakarsınız ertesi gün PKK ile Türk devlet teşkilatının tarihsel kirliliğini gizli askeri ve polisiye kurallarla yeniden dirilten JİTEM aynı olur. ( Bu iki yapıyı hangi sorunların şekillendirdiği, hangi amaçlarla savaştıklarının bir önemi kalmaz. Görüleceği üzere tarihsel ve toplumsal önemi itibarsızlaştırma da peşi sıra gelmektedir. Yıldıray Oğur ve efendisi Ertuğrul Özkök’ün kulakları çınlasın) Yine Hannah Arendt’in bir Amerika ideolojisini meşrulaştırmak için “komünizm ve faşizm” kardeştir türü zırvalıklarını siyaset bilimi diye pazarlayanlar KCK‘yi paralel devlet ilan ediverdiler. (70’lerin solcu düşmanları liberal olunca böyle oluyor demek. Akyollar, başbakanlar, cumhurbaşkanları dahil) Sorunları bu kafayla analiz edenler birkaç gün önce Uludere katliamının da müsebbipleri olarak “tarihsel faşist blokunun” birer parçası oldular.
Uludere katliamını birkaç bakış açısıyla değerlendirelim:
·         “Sınır kaçakçılığı yapmışlar o halde ölümü hak ettiler.”  (Bu, tipik faşist paronoya. O insanları vuran asker-pilot-mit-emniyet-ajan ve en önemlisi bu kurumlara yetki veren siyasi iktidar ve onun Mehmetçik kalemlerinin düşüncesi…Kitlesel karşılıkları milliyetçi duyguları şişirilmiş yoksul Türkler, ödlek orta sınıf ulusalcılar, elbette büyük sermaye ) İşin korkunç tarafı bunların sınır felsefesi modern devletin belirlediği kanun ve kuralın tanımladığı sınırdan öte değil. Kendi sınırlanmışlıkların acısını Kürt köylülerinden çıkarma gibi gizil duygularının da olacağı kanısındayım. Yoksa devlet ve yaygın toplum ahlakını bir tarafa bıraksalar o toprakları sınırlayan bir çizgi olmadığını anlarlar. Bu sınırların en fazla devlet eliyle belirlenmiş ve bugün içinde yaşadığımız bu korkunç savaşın bir nedeni olduğunu fark ederler. Fark edemediklerinden başbakanları en cahilane biçimde çıkıp “PKK olmasaydı o köylüler öldürülmezdi.” gibi korkunç bir cesaret göstermezdi. 2dakika düşünerek laf etse “Türk devleti bu haliyle olmasaydı PKK olmazdı” gibi akıl ötelemesine varırdı.
·         “Bu, bir istihbarat hatasıdır, bir faciadır.” Ahlaki açıdan bu görüş sahiplerinin zihinsel süreçlerini az deşsek fikir olarak demokrat, liberal, Müslüman, sosyal demokrat falan gibi devasa bir topluluk çıkar karşımıza. Yanlış istihbarata olayı bağlayarak işlenen insanlık suçunu da hafifletmeyi esas alırlar. İtibar edilmemesi elzemdir. Çünkü bu fikirde olanların argümanları Elif Şafak vicdancılığı kadar çürük, Hilal Kaplan Müslümanlığı kadar kof… (Uçaklar 38 PKK’liyi doğru istihbaratla vursalardı demokratlığımız veya Müslümanlığımız sınanmayacak mıydı? Çünkü PKK’li olmak;  bir sorunun, tarihsel, siyasal, sosyolojik, ekonomik yönleri birbirine eşit olan bir sorunun minik bir sonucudur. Genelde bu sorunlar Türk devletleşmesi şeklinde uluslar arası alanda kendisine meşruiyet zemini bulmuş “modern Türk Kabileleşmesi”nin bir sonucu olarak doğmuştur. Siz Kürtlerin doğal ve siyasi talepleriyle devlet olarak barışırsanız, onları ulusal ve sınıfsal sorunlarını onlarla çözerseniz PKK diye bir örgüt olmayacak bu tip yanlış istihbaratlar da olmayacak.
   Cahil bir köşe yazarı, gazeteci, romancı, öykücü Kürtlerin doğal ve siyasi taleplerle Türk devletleşmesinin özünde yatan faşizmle mücadelesinin nedenlerini ve sonuçlarını kavramayacak olursa kendisini iki ateş arasında bulur ve iki tarafa da güya nefretle bakar. Aslında bu devletin katliamcı tarihselliğini gizliden gizliye onaylayan habis bir ırkçılıktır. Peki, kim bu ahlakçı demokratlar? Buna Yoldaş Trocki’nin ağzından cevap verelim: “Bunlar çöken veya çökmekten korkan orta tabakanın ideologlarıdır. Bu tür peygamberler, tarihin büyük hareketlerine duydukları tiksinti, düşüncelerinin gerici muhafazakarlığı, yetersiz kafalarından memnun olmaları ve en ilkelinden siyasi ödleklikleriyle belli ederler kendilerini. Ahlakçılar isterler ki tarih onları tozlu kitapları, küçük dergileri, aboneleri, sağduyuları ve kurallarıyla baş başa rahat bıraksın. Ama tarih onları rahat bırakmaz.”





2 yorum:

Adsız dedi ki...

"komünizme faşizmle kardeştir" niye zırva oluyormuş? Gayet doğru bir tespit gibi geldi bana...

Yıkıcı Tutku dedi ki...

Sana doğru geldi diye zırvalığı azalmıyor. İkisi farklı sistemler, ekonomi politiği, sosyal hayatı, kültürel hayatı farklı uç sistemler. Komünizmin falsoları, düzen içi şiddeti var diye faşizmle eşitlenmez. Eleştiriler bu minvalde olur

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.