Bir savaş,
aynı zamanda hem mağdurunu hem de hainini ortaya çıkarabilir mi?
Çatışmacı siyasal, sosyal iklimde bu tip bir soruyu cevaplamak oldukça güç.
Çünkü çatışmanın beslediği siyasi ve sosyal coğrafyada, onun ikliminde büyümüş
kimseler için “el üstünde tutulanlarla
yer altına gömülmek istenenler”
vardır. Çoğu kavram da buna göre
şekillenmiştir, hain-kahraman,
direnişçi-itirafçı, pasif-atak gibi…
İdeolojik-politik hedefleri ve örgütsel
çatısı olan kurumsal bir oluşum genelde kahramanlara, direnişçilere, ataklara
ihtiyaç duyar. Bu anlaşılır. Bu tip oluşumlarda “kişilik kazanmak” ancak ve
ancak ömrünün sonuna kadar “bedel” ödemekle mümkündür. Gerisi kaçış,
teslimiyet, ihanet diye kodlanır. Tam da
bu noktada kaçışlar, teslimiyetler, ihanetler neden zararlıdır, sorusu önem
kazanır. Kolektif bir akılla bakıldığında her kaçış mutlaka geride kalanların
fiziki yaşamlarına, sosyal yaşantılarına, politik ve askeri sahalarına bir
miktar zarar verecektir. Kaçan ya da ayrılan öznenin içerisinde olduğu
psikolojik, siyasal, sosyal şartları önemsizdir, önemsizleştirilir. Genelde legal yapısı olan hareketler için
kaçan özneyi her türlü siyasi-sosyal ve kültürel yaşantıdan uzak tutmak bir
cezalandırma yöntemiyken illegal örgütlü hareketler temelde kişinin fiziki
yaşamına son vererek cezalandırma yoluna giderler. Örgütlü kolektif yapı, bu
kaçış ve teslimiyet durumunu ancak cezalandırmakla yükümlü görür
kendisini. Bu açıdan ayrılan öznenin
yaşadığı sıkıntılar “boş levha”
olarak görülür. Boş levha aslında savaş
örgütünden kaçmakla kendisini ayrıca cezalandırmıştır. Savaş örgütüne katılmakla,
onun açısından “ideal, erişilmez bir
yiğitlik, bir devrim için kendini feda etmeye hazır bir militan, yüksek amaçları
olan bir aydın, politik haklarını
aramaktan habersiz topluluğu kılavuzlayan bir öncü” işlevleriyle yaşamını
anlamlı kılmıştır, ama artık bu hedeflerin aktif bir öznesi olmaktan kendisini
yoksun bırakmıştır. Kaçışın, teslimiyetin gerekçesi ne olursa olsun aklına ilk
gelen “Birinin beni dinlemesi gerekir.” avunmasıdır. Eğer onu dinleyen bir eşiti yoksa muhtemelen
devletin istihbarat ve polisiye bürokrasisi için paha biçilmez bir av olur. Dizginleri
kaptırdığı an travmatik etkiler onu, o yaşına kadar ayakta tutan politik ve
moral değerleri yıkıcı biçimde sarsar ve yabancılaşmaya
iter
İtirafçılık:
Bir siyasi
pozisyon değildir. Fiziki varlığıkorumaktan öte her açıdan negatif bir tutumdur.
Bir kişinin ömrü boyunca devam ettireceği bir tutum da değildir. Daha çok
devletin bir savaşın pratik sonuçlarını yeniden yorumlama, kazanım-kayıp
istatistiğini kendi lehine çevirme gibi kısa vadeli bir güvenlik programının en
facia faaliyetidir. İtirafçı olan kişinin ruhen ve zihnen örselenme derecesine
bağlı olarak devletle olan ilişkisi boyutlanır. Fiziki yaşamayı ve cezaevinde örgüt disiplini altında olmamayı yeterli
görenler için mahkemelerle işbirliği yapmak yeterliyken, savaşın kirlilik ve acımasız düzeyine göre
konfor isteyen tipler için derin güvenlik aygıtlarıyla her türlü kirli eylemi
yapmak gibi anlamlandırılması zor bir
davranış halini alır.
Derken kişilik olarak her türlü örselenen
eski militan, bir savaşın nesnesi olma yolundaki değersizliğini kavrayacak,
travmatik sonuçlar azalacak bir manastırda
yıllanmış ruh haliyle “güvenlik papazlarına” “ Vaatlerinizden, tatlı dilinizden bıktım.” gizli tepkisiyle
daha önce kaptırdığı iki kolunu, iki bacağını kurtarma derdine düşecektir. Sonunda bir kolu, bir bacağı eksik yarım
bedenle çıkacaktır işin içinden. Bunu başaramayanlar
ise daha fazla beden, hafıza, ruh kaybına uğrayacaklardırMağduriyet kısmı ise ancak özgür tartışma koşulları oluştuğunda rahatlıkla izah edilebilir.
1 yorum:
itirafçılık; salt idolojik feragat değildir aynı zamanda sosyo-ekonomik geneolojinin tezahürüdür.onu yapmasa genolojik tepki, başkabir eylem-davranış biçimiyle ortaya çıkar.
Yorum Gönder