İşsiz kaldığım günden bu yana, Kürdistan’da
90’ların sosyal-siyasi iklimini zaman zaman çıplak gerçeklerden yararlanarak
kimi zaman da kurgu öykülere dayandırarak bir roman yazmaya çalışıyorum. NBA maçlarını izlemekten, twitterde gevezelik
etmekten, arada geçmiş sinema filmlerine bakmaktan fırsat bulduğum an arada da
eğlenmek, alaya almak için Türk köşecilerinin yazılarını okuyorum. Birçoğunu twtrda
dilime doluyorum. Bugün de sıra Hilal Kaplan’a geldi.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/emperyalistler-ve-suriye-muhalefeti/37760
Hilal Hanım eğer şaka yapmıyorsa bunu ideal demokrat, üst düzey insani duygular, o çokça kullanılan
anlamıyla gerçek Müslüman kimliğiyle adeta bir manifesto şeklinde yayınlamış ki
yazının girişi bunu ele veriyor. Eğer AKP 27 Nisan bildirisiyle kapatılmış olsa
biz bugün Hilal Hanım’ı tankın önüne kendisini atmış bir demokrasi kahramanı
olarak bilecekmişiz.
Aynı yazıda “Terörün amaçlarından birisi de toplumun 'birbirini yemesini'
sağlayarak birlik duygusunu aşındırmaksa, ne yazık ki saldırı bu açıdan amacına
ulaştı.” Buradaki birlik duygusu kuşkusuz bir terör saldırısı karşısında
tümüyle kınama, telin etme duygusu değildir. Türk sağcılığının egemen
Türkçü-İslamcı kibrinin diğer farklılıklardan kendisine benzemelerini istemek
duygusudur. Kürt’ün özgür kimlik ve statü talebini “birlik uğruna” hibe
etmesini, Alevi’nin inanç özgürlüğünü büyük Türk-İslam mefkuresine feda
etmesini, Azınlıkların geçmişte yaşadığı katliam ve soykırımların bugün
hesabını sormalarından vaz geçmesini, sosyal yaşantılarında geleneksel olanın
dışında, kendini eş cinsel ve benzeri kimliklerle
ifa etmek isteyenlerin bu haklarından feragat etmelerini arzulayan bir duygudur
birlik duygusu. Bu duygunun iktidara
yaslanmış, iktidar olmanın her türlü gerekçesini üreten sol versiyonları da
mevcuttur. Birlik duygusu eğer egemenlerce savunuluyorsa mutlaka siyasal,
sosyal, dinsel, etnik birçok problemin yarattığı travmatik sonuçların unutturulması,
cennette bir yer hayal ederek egemen olanın ideolojik politik arzularını tatmin
etme isteğinden öteye geçemiyor.
Hilal Kaplan’ın
Türkçü-İslamcı şizofrenyasını üretirken haklı olmak istediği konuları bir bir
ele alalım:
Suriye’de
politik durumun oradaki bir sonucu olarak (diktatörlük anayasası, temel hak ve
özgürlüklere saldıran bir rejim gerçeği, dinsel ayrımları iktidar gerekçesi yapan
sosyal azınlık) muhaliflerin haklılığı tartışılmaz. Belki de bundan daha
önemlisi Suriye Kürdistanı’ında yaşanan politik durum var. Arapların egemenlik
hakları, devletsel statüleri mevcutken
Kürtlerinki aynı BAAS rejimi ilkeleri gereği gaspedilmiş. Genelde İslam
coğrafyasında siyasi iktidarlar bu statüsüzlüğü BAAS lehine savunmuşlardır. Onaylamışladır.
Bugünkü rejim muhalifleri de “birlik” çağrılarıyla BAAS’ın bu haksızlığını
giderme niyetlerinde değiller.
Yine çok yakın bir tarihte Sri Lanka’da
resmi hükümet korkunç bir katliama imza atmış, binlerce insanı öldürme,
yüzbinlerce insanın hakkını hukukunu yok sayma pahasında aynen Esat gibi
sonuçları vahim bir bastırma hareketine gitmiştir. İlginçtir Türk devleti bu
Sri Lanka hükümetinin bu katliamcılığını her düzeyde takdir etmiştir, bugün
Suriye’deki Müslümanlar için yanıp tutuşan Türk Müslüman entelektüeller ve
aydınlar da Sri Lanka modelinin Kürtlere yönelik uygulanmasını teşvik edecek
yazılar yazmışlar, öneriler getirmişlerdir, oysa kaç Sri Lanka modelinin
uygulandığından bihaberler Kürdistan’da… Hilal Kaplan da bu Sri Lankacı modeli
andıran bastırma yöntemini önermekten muaf değil. Onlarca yazısı ve önerisini bu minvalde
örnekleyebiliriz.
İspanya’da demokrasi güçlerinin 1936
savaşını kaybetmesinin sebepleri arasında.
1.
Sınıf diktatörlüğü isteyen yaygın Sovyetçi
komünist örgütlerin bulunması
2.
İç savaşın demokrasi cephesi adına
vandalizmi haklı gösteren önü alınamaz infazlar, kilise yakmalar, örgütler arasında
Sovyetlere angaje olanlarla olmayanlar arasındaki çelişkiler
3.
Uluslararası desteğin halklar nezdinde
üst düzeyde olmasına rağmen Sovyet komünizmine inanmışlığın yaygın kanı haline
gelmesi ve Avrupa devletlerinin bu korkuyla desteğini çekmesi
Bu madderlenedirmedeki
“komünist” yerine “İslamcı diktatörlük arzusu” Sovetler yerine de “Türkiye-Sudia”
diye değiştirirsek Suriye muhalefetinin olası kaybetme nedenleri de anlaşılmış olur.
Arap milliyetçi kibrinin İslam adı altında kendisini yeniden üreterek; Kürtleri, oradaki azınlıkları, Alevileri dışlayan
vahşi eylem çizgisi de kaybetme sebebi sayılabilir. Yani Hilal Hanım Suriye
muhaliflerinin askeri gücü içindeki vahşi yapılanmayı 3-5 çapulcu diyerek
geçiştiremezsiniz, şöyle ki:
-
PKK, özellikle 1990’lardaki vandal
eylemlerinin müsebbiplerini en sert şekilde cezalandırmıştır. Bunun onlarca
örneği vardır.
-
Ermeni çetecilerin meşru savunmasındaki
aşırılıkları bugün soykırım sonucu kaybeden bir ulus olarak Ermenilerin reaksiyoner tepkilerini Suriye muhaliflerinin isyanındaki gayri insani davranışlarla eşleştirmek ise tek kelimeyle ahlaksızlıktır,
utanmazlıktır. Yahudilerin getto isyanlarını Nazi soykırımcılığını izah etmek
için kullanmak kadar rezilcedir.
O halde dönelim
başa: Bence kendinizi hala polis terörünün, panzerlerinin önüne atmak için geç
değil: Gösteri ve toplanma hakkını bastıran, yer yer grev hakkını fiili olarak
yok sayan bir iktidar anlayışı var. Bunu geçtim hala TMK’nın uyduruk delil
yaratma stratejisiyle içeriye tıkılmış binlerce Kürt siyasetçi var. Ama siz zaten bu bastırmayı “birlik”
duygusu adına savunuyordunuz değil mi? İyisi mi sizden panzer önüne atmanızı
istemek değil, panzerden inmenizi istemek daha gerçekçi…