Social Icons

.

Pages

20 Aralık 2012

Meta-kadın-nesne-sosyalist bakışa eleştirel birkaç itiraz

Bu yazıyı yurt dışında yaşayan eski bir arkadaşım yazdı. Aslında o, bir sosyal ağda yazdı ben derleyip blogda kalıcılaştırıyorum. Bu yönlü fikirlerine de katılıyorum. Adını Fuat olarak vereceğim. Henüz kendisine danışmış değilim adını yazıp yazmama konusunda...
 Öznelerin nesnelleştirilmesi" insanin kendini gerçekleştirmesinden ziyada, karşısındakini gerçekleştirmesi üzerine kuruludur. Feminizmin ve solun eleştirisi bu nokta üzerinden sekilenir. “Soyunan, kendini tüketim nesnesi haline getiren bir kadın, kendini diğer öznelerin aracı haline (meze) getirir.” Bu bakış acısı, aslında Marks’ın kendi emeğine yabancılasan isçi sınıfı alegorisinin, joker olarak kullanılıp hayatin her alanına uygulanması yanılgısından kaynaklanır. Çıkış noktan "yabancılaşma" efekti olunca, bunu cinselliğe de uygulasan, sömürüye de uygulasan, "meta argümanı kurban kültürüdür" gerçeğine de getirsen, sana geniş bir savunma ve meşruluk alanı sağlar. Oysa, çıplaklığın savunulması derken, çıplaklığın normalizasyonundan bahsediyoruz biz. Burada bir makas değişikliği var. 
    Derrida bile yapisökümcü felsefesinde, çıplaklık eleştirisi yaparken insanı, hayvandan ayıran en temel özelliğin "utanma" olduğunu söyler. Koca koca filozoflar bile sıçıyor bu konuda, bocalıyor, doğal özgürlükçü varoluşu ideolojik saplantı halılarının altına süpürüyor.  Sol kültürün sıçması çok doğal. Derrida'nin bir kedisi var, onun yanında soyunurken bile utandığını söyler Derrida. Biz diyoruz ki çıplaklığı bir nebze de olsa özgürce yasayan nudistler, birbirlerinden utanmamayı öğrenince hayvanlaşmıyorlar, daha da özgürleşiyorlar. Çıplak olmayan, kalmak istemeyenler de bunu kendilerinin seçimi gibi normal karşılamalı.
   Sol anlayış, cinsiyetçilik ve kadının metalaşması eleştirisi yaparken aslında erkek egemen zihniyeti yeniden kodluyor, yeniden üretiyor. Steril (arınmış) dünyalarında kadının soyunması sadece yatak odasında mümkün. Oysa çıplaklığın bir hak olarak görülmesi, savunulması, felsefi bir arka plana sahiptir ki özgür insan kavramı bunu kanıtlar.
   Solun tarihi aslında, özgürlük adına kadının geleneksel koşullara hapsedilmesinden başka bir şey değildir. Hayatin her alanında eşitliği getiren bu sistem, konu cinsellik olunca konservatif bir reaksiyon göstermekte, karşıtlarıyla ayni dili kullanmaktan öteye gidememektedir. Sistemlerin anti tezini aslında reddetmiyor, ona karşıtlık yaratmıyor, geleneksel argümanı incelterek sunmaya devam ediyor. Her yeni sistem daha inceleştiriyor, daha rafine ediyor bunu. Oysa asil iktidar cinsellikte yaşanıyor, onun çözümü toplumsal sorunları da çözebiliyor, manivelası olabiliyor. Bir kadın veya erkek, çıplaklığını özgürce yasayabilmeli, bir kadın çıplak poz verip, bazılarının buna bakıp mastürbasyon yapmasını da isteyebilmeli, bizim ne bu resme bakıp mastürbasyon yapma bir abazana ne de böyle soyunan bir kadına bir laf etme hakkimiz yok.
   Benim katkım:
Kadın bu işe razı, belki para da kazanıyor, şimdi bu tip ideolojik kutsal kalıplar uğruna kadının tercihleri, kadının aklı, kadının bedeni kullanma hakkı ne olacak? Nesneleştirmeyi bireyin kendisi istiyorsa? Bu çok mu tehlikeli bir durum? Bir kedi fotoğrafını ikide bir paylaşıp onu sevmek, onu hayranlıkla izlemek seksüel duyguyu beslemediği için mi masum? Oysa işin doğasında kedinin iradesi dışında çekilmiş bir foto var, oysa kadın iradesi dahilinde fotoyu çekip kullanıma sunuyor, kendi bedenini de… Hangisi daha sakıncalı? Haydi, uğraşın durun. Ressamların modelleri neden kutsanır,  porno oyuncuları ya da seks fotoğrafları neden ötelenir? Bu tip gönüllü teşhirlere bakıp zevk alan erkek neden zaaf sahibi olarak görünür?
 Bir defa çıplaklık, erkek ya da kadın çıplaklığı teşhiri, bu teşhirden sunanlarla talep edenler arasındaki ilişki kapitalizmle başlamadı, sosyalizmle de hor görülmedi. Bu insanın var olduğu günde başladı. Hatta son derece özgür olan, açık olan insan giderek örtünen giderek muhafazakârlaşan insana dönüştü. "meta-nesne-madde" gibi ezberlerle olayı çözmek de acayip bir şey 




 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Çıplaklık konusundaki görüşlerinize genellikle katılıyorum. Fakat diliniz bana biraz eril bir dil geldi. Bu yazı, biraz da daha önceki konuşmalarımıza dayanarak feminizmi biraz indirgemeci değerlendirdiğini düşünüyorum. Birkaç kez de küçümser bir hava içindesin gibi gelmişti bana. Neyse bu ayrı bir konu :) Yazıya dönersek metin olarak güzel bir yazı. Ne sosyalizm ne de feminizm kadını dolayısıyla da erkeği hapseden, kategorize eden klişelerden kendini yeterince arındırabildi. Sosyalizmde olduğu gibi feminizm içinde de çeşitli fraksiyonlar, akımlar var. Feminizmin her türlü iktidar ilişkisine karşı bir tutum sergilemesi takdir edilir bir şey bence. Tabi Queer hareketi bu konuda daha güzel bir tavır sergilemiş, cinselliğin, cinsel rollerin belirleyiciliğine getirdiği güzel eleştiri ile feminizme postayı koymuştur. Yazını okurken acaba onlar çıplaklık konusunda nasıl düşünüyorlar diye geçti aklımdan. Tuhaf.. Hiç merak etmemişim.

Çıplaklık konusundaki kişisel düşüncelerime gelince, çıplaklığın soyunuklukla değil, daha çok ruhla ilgili bir şey olduğunu düşünmüşümdür. Zira insan, tırnağına kadar giyinik bir haldeyken de kendini çıplak hissedebilir. Ve çıplaklık bazen iyi bazen de kötü hissettirir insana kendisini. Bu, seninle, muhatabınla, ortamla ilgili olumlu olumsuz durumlardan kaynaklanır. Veya soyunukken çıplak olduğunu hissetmeyebilir de. Hissetmemesi en güzelidir. İşin içinde güzel ruhlar, yakınlık ve sahicilik varsa tabi.
Bilmiyorum artık sen benim görüşlerimi nasıl değerlendirirsin bebekk :) (ruken)

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.