Social Icons

.

Pages

Featured Posts

.

25 Kasım 2013

Kürdistan'ın doğuşuna Türkiye solunun tavrı, Halepçe soykırımı


Batı Kürdistan’da  Kürt özgürlük hareketinin Suriye iç savaşından yararlanarak birçok Kürt kentinde yönetime el koyması, TC hükümetinin Suriye politikasında yeni bir durumla karşılaşması, PKK’nin de yeni durumu yeni bir okumayla Rojava’ya siyasi ve lojistik destek vermesi, Kuzey Kürdistan’da TC hükümetiyle PKK arasında hala süregelen çatışmasızlık görüşmeleri, çözüm arayışları derken bir anda Güney Kürdistan hükümetinin önemli partisi KDP de bu topa girdi. Aslında çoktan beri bu sürecin içindeydi ama seçimler dolayısıyla Kürdistancı bir siyasi yaklaşım sergiledi. Önce ulusal kongre umutları dağıttı, sonra TC baskısıyla ikide bir bu kongrenin ertelenmesine birçok gerekçeler buldu. Seçimlerden sonra da kongre ve Rojava siyasetini TC hükümetiyle girdiği girdaplı siyasi ve ekonomik ilişkilerden ötürü resmen Rojava’daki politik-askeri stratejinin tam karşısına oturttu. Ulusal demokratik devrimi küçümseler, yok saymalar, sınır kapatmalar, PYD’ye karşı uluslararası geniş çemberler atma, TC hükümetinin iktidar partisiyle Bakur Kürdistan’ında Kürdistani partiye karşı seçim çalışması yapmak gibi uzayan bir listenin mimarı oldu KDP…Tüm bunlar olurken KDP aynı zamanda medya ve ekonomik gücüne dayanarak Türkiye KDP’si kurma girişimleri içinde yoğun çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaların nereye gideceğini kestirmek güç. Eğer PKK’nin ulaşamadığı Kürtlere ulaşma gayreti ise çok umut verici bir gelişme olur. Ama TC hükümetinin 2009 yılında Türk aydınları ve kimi Kürt gruplarını oynattığı özel konsept gibi bir mizansen ise şimdiden ölü doğum diyebiliriz. Çünkü 2009 konsepti çok çılgın bir TC projeseydi. Binlerce Kürt’ü tutsak eden yüzlercesini dağlarda imha eden tüm politik Kürdistancı yaklaşımları yasaklamak isteyen bir konsept Kürtler nezdinde pek itibar görmedi. Devletin masalarında PKK’yi zayıflatmak isteyen eski solcu Kürtler bir anda PKK’yi solcu olmakla, milliyetçi olmamakla suçladılar. Bunların payandası olduğu Türk liberal ve milliyetçi gruplar da PKK’yi Ergenekon’a yamama öyle itibarsızlaştırma gayretindeydi. Bu akılsızlıkları hala sağda solda devam ediyor. PKK, tüm bu saldırılara Öcalan’ın duygu ve fikir dünyasıyla paralel bir olgunluk göstererek boşa çıkardı. Daha devasa bir siyasi askeri güce oluştu. 4 parça Kürdistan’ın en büyük siyasi ve askeri gücü olma yolunda… Hala PKK’nin karşıtı güçlerle aynı hizaya gelerek mücadele ettiğini sanan Kürt gruplar var. Şimdilik Rojava’da PYD’yi ve YPG’yi rejimle ortaklıkla ve PKK’yi Türkiye’de solcularla ittifak yapmakla suçluyorlar. O kadar gülünçler ki ittifakın siyaset teorisi kapsamındaki anlamını bile bilmezler. Konuya dair 3 yazı yazmıştım. Bu bölümde Türkiye devrimci güçlerinin Halepçe soykırımı karşısındaki tavrını Güney Kürdistan’ın doğuşuna solcuların yaklaşımına örnekler vereceğim. Sola yönelik çok güçlü eleştiri argümanım var, lakin bu solu hiçleştirmeyi gerektirmez. Nihayet Güney Kürdistan, Doğu kürdistan ve Batı Kürdistan’ın siyasi direniş tarihleri egemen ulusların soluyla ittifakla geçmiştir. Bu, dünyanın her tarafında olağan bir durum. Solun dünyaya yetersiz de olsa bakış açısıyla ilgili… İdeolojik politik detaylarına girmeyeceğim.
Güney Kürdistan’ın doğuşuna Türkiye devrimci güçlerinin yaklaşımı:
Halepçe soykırımın devam ettiği yıllarda bugünkü hükümetin, sağcı liberallerin, muhafazakarların biricik üstadı Turgut Özal hükümeti iktidardaydı. Der Spiegel dergisi Ekim 1988 yılındaki bir haberinde Türk hükümetini Irak’ta kimyasal silahların kullanılmasını gizlemekle suçluyordu. ABD, Fransa, Finlandiya, Japonya, İngiltere Kürdistan’da kimyasal silah kullanılıp kullanmadığını denetlemek için bölgeye heyet gönderme girişimlerini Irak hükümeti, Türk hastanelerinin ve hükümetinin raporlarını göstererek yalanlamaya çalışıyordu. Türk kamuoyu derin bir sessizlik içinde değil, Kürtlere karşı derin bir öfkenin ve nefretin içindeydi. Türk basını ve Türk hükümeti “Kürt mültecilerin mali külfetini” haber yapıyordu. O dönem PKK’nin desteklediği herhangi bir dergi ya da gazetesi yoktu. Zaten bu gücü de yoktu. Sadece Türkiye’deki sol dergiler ve yayınlar üzerinden eylemsel gücüne dayalı olarak kendisini ifade etmesine rağmen Bakur kürt kentlerinde PKK’ye yakın çevreler yabancı basına mültecilerin durumlarını bildiriyor, cezaevlerindeki PKK’li ve solcu militanlar ise açlık grevleriyle soykırıma dikkat çekiyordu. İnsan hakları derneği ise SHP ile ortak eylemler düzenliyordu. Kürt vekiller dönemin SHP’si içinde ses çıkarmaya çalışıyorlardı. Bunların başında Ahmet Türk ve Adnan Ekmen geliyordu.
SHP İstanbul il Örgütü’nün, İstanbul’daki Irak konsolosluğuna siyah çelenk
bırakma eylemi polisin şiddeti baskısıyla ve engellemesiyle karşılaştı. SHP İstanbul il örgütü yöneticileri polis tarafından tartaklandılar. Aralarında SHP Kars milletvekili Vedat Altun, SHP İl Başkanı Ercan Karakaş, ilçe başkanları ve partililerden oluşan 60 kişilik bir gruba karşı polis yoğun bir saldırıya geçti. Çelenklerini parçaladı. SHP'lilerle konsolosluktaki Iraklı görevliler arasında da mücadeleler oldu. (Milliyet, 4 Eylül 1988)
 “ İnsan Haklan Demeği Genel Başkanı Nevzat Helvacı ve Ankara İnsan Haklan
Demeği Başkanı Muzaffer ilhan Erdost'un Irak Kürtlerinin Türkiye'ye sığınmalarına
ilişkin olarak 6 Eylül 1988'de Ankara'da yaptığı basın toplantısı, ertesi gün hiçbir gazetede yer almadı”
7 Eylül 1988 günü, Emeğin Bayrağı, Yeni Çözüm, Yeni Demokrasi, Çağdaş
Yol, Yeni öncü, Gençlik Dünyası, Emek Dünyası, Yeni Açılım, Medya Güneşi dergileri İstanbul’da Irak Konsolosluğu'na siyah çelenk bırakarak Kürt soykırımını protesto ettiler. Polisler bu eylemi engellemek için pek çok önlem aldı. Zafer Isfendiyarlı gözaltınaalındı, işkence gördü. (Emeğin Bayrağı, Ekim 1988 Sayı 8 s. 4)
“Emeğin Bayrağı ve Yeni Çözüm dergileri, Adana'da bir basın toplantısı düzenleyerek, Güney Kürdistan'daki soykırımı lanetlediler. Polis bu eylemleri engellemek için olağanüstü önlemler alıyordu. Ve kuşkusuz, günlük basın bu açıklamalara hiç yer vermiyordu. Türk yönelimi, "soykırıma karşı protesto" eylemlerine bile tahammül
edemiyordu.” İsmail Beşikçi, Devletler Arası Sömürge: Kürdistan
 "Demokrasi için Kadın Demeği (DEMKAD'ın basın açıklaması ise, "Türk-Kürt Halklarının Kardeşliği Engellenemez! Kürt Halkına Yönelik Soykırım ve Katliamlara Son!" başlığını taşıyor. " (İsmail Beşikçi, Devletler arası sömürge : Kürdistan)
    Gaziantep, Diyarbakır, Eskişehir, Sağmalcılar ve birçok cezaevinde PKK’li ve birkaç sol örgüt tutsakları günlerce süren açlık grevleri düzenlediler. Açlık grevleri basına yansıyor, oradan da Kürtlere ve onların dostlarına… Mülteciler için kampanyalar düzenleniyordu. Ama çok cılız kalıyordu.  2000’e Doğru dergisi ise Kürt göçmenlerin yaşadığı sorunları neredeyse haftalık özel eklerle veriyordu. Birçok gizli saklı suç sayılabilecek olay bu dergiden ifşa edilme imkanı buluyordu. Tempo ve Nokta dergileri de Perinçek’in dergisinden sonra olayın tüm boyutlarıyla ilgilenmeye başlıyordu.

    Dönemin bazı dergilerinden haberler:
(resmin üstünü tıklayarak büyütünüz)
 (Yeni Çözüm, Eylül 1988, Yıl 2 Sayı 17 s. 28) Bu dergi, bugünkü DHKPC’nin öncesi Devrimci Sol geleneğine aittir. DEMKAD de bu geleneğin kadın örgütü. Derginin Kürdistan haberleri sürekli devam ediyordu. Dergi ayrıca özel Kürdistan ve Halepçe sayıları da basmıştır. O dönem üniversite gençliği arasında epey okunan bir dergiydi. 
(resmi tıklayarak büyütünüz)
Toplumsal Diriliş, 15 Ekim 1988 Sayı 5 s.8-10 (Bu dergi Günay Aslan’ın da katkılarıyla PKK’ye yakın basın mensuplarının bir eseridir. Tüm yayınlarında Güney Kürdistan’ı işlemiştir. Merak edenler derginin bildirilerini İsmail Beşikçi’nin Devletler Arası Sömürge Kürdistan’dan okuyabilirler)



 
Medya Güneşi, 1988, eski Kürt örgütlerinin basın yayın erbabı tarafından çıkarıldı.



Yeni Demokrasi dergisi 

Yeni Demokrasi dergisi TKP/ML-TİKKO çizgisine aitti. Kaypakkayacı çizgiydi. Bunlar dosya ve haber başlıkları. Bu sayılarda ayrıntılı analizler yapılmıştır.
 Bu tip yayınlar o dönem bayağı vardı. Bu yazıları yazanların çoğu gözaltına alındı, işkence gördü, hapse atıldı. Umulmadık suçlamalar yapıldı. Bazıları faili meçhul cinayetlere kurban gitti. 

Emeğin Bayrağı dergisi TKP/ML Hareketine aitti. Bugünkü HDP bileşenlerinden ESP’nin geldiği damar… 
       Bugün PKK’nin ittifak siyaseti tartışılacaksa bu bağlam mutlaka akılda olmalı. Öcalan’ı ve PKK’yi akıl dışı suçlamalarla güya itibarsızlaştıran uyduruk Türk liberallerinin ve muhafazakarlarının dümen suyundan gidip Kürtleri dilsiz, kör, sağır; bacaksız, kolsuz bırakmanın anlamı yok. Naylon partileşmeler değil, Rojava’da ve Rojhelat’ta ve Bakur’da kardşlerinin özgür Kürdistan hayallerine ortak olan demokratik partiler, örgütler kuralım, kurulmasını isteyelim. İttifak meselesi teknik bir meseledir
   Not: Kendim de çocuk yaşlarımdan itibaren şu veya bu biçimde ulusal mücadeleye tanığım. Bu yayınların çoğunu hatırlıyorum. O dönemki eylemleri de... Belgeli olması açısından İsmail Beşikçi'nin Devletler Arası Sömürge: Kürdistan kitabından yararlandım. 

14 Kasım 2013

Kimi Kürtlerdeki anti-PKK ateşi ve analiz edememe rahatsızlığı

Ergenekon masalı:
-          Öcalan, Yalçın Küçük, Perinçek ve darbeci generallerle zaman zaman görüştü.
Öcalan’ın Perinçek ve bu tayfayla görüştüğü dönemler 1989, 1990 ve 1991 yılları. Öncesinde Halepçe soykırımından ötürü 2000’e Doğru dergisinin ve Perinçek grubunun Saddam rejimine karşı tavrı vardı. Halepçe soykırımından sonra Kuzey Kürdistan’a göçen Kürtlerin sıkıntılarını, sorunlarını sadece dönemin sol gruplarına ait yayınlar haberleştiriyordu. Öcalan, bu vesileyle dönemin tüm sol gruplarına çağrı yapıp belli ittifaklar geliştirmek gerektiğini belirtmiştir. Kimi gruplar bu çağrılara cevap vermiştir.  Halepçe soykırımı sonrası, 2000’e doğru dergisiyle beraber dönemin birçok solcu dergisi Saddam rejimini faşist ilan etmiş, Peşmerge hareketleriyle röportajlar yapmıştır. Bu pratik zaman içinde PKK/HRK/ARGK ile ilgilenmelerini de beraber getirmiştir. Bu ilişkiden en çok yararlanan PKK tarafı olmuştur. Perinçek’in ya da Yalçın Küçük’ün “romantik” diyebileceğim hayalleri neydi, bilmiyorum; ama PKK cephesi ve Öcalan “küçük bir kanal” bulup metropollerdeki Kürt gençlerine ulaşmıştır. PKK, kendi yayınlarında bulamadığı propaganda imkanlarını bu sol yayınlar üzerinden bulmuştur. Daha sonara Öcalan ve PKK, TR  solunu Türkiye devrimini yükseltmesi için her türlü desteğe hazır olduğunu beyan etmişlerdir.  1993 yılında Talabani ve Kemal Burkay’ı yanına alarak ilan ettiği ateşkes ise “generallere” “anlaşabiliriz” mesajıydı. Ama Türk aklı bu mesajı PKK’nin zayıflığıyla algılamış, öyle değerlendirmiştir.  Sonuç, Türkler açısından hüsran olmuştur. (Bunun siyasi sonucu böyle okunur.) Bu ilişkiler üzerinden Öcalan’ı itibarsızlaştırma gayretleri gülünç bile değil. Bu, ancak onun ve PKK’nin politik tutumunun ne kadar isabetli olduğunu gösterir. (Konuyu merak edenler Beşikçi’nin Uluslararası Sömürge Kürdistan kitabını okuyabilirler.)
-          Öcalan MİT ile görüşüyor, Barzani neden  Erdoğan ile görüşmesin?
Bu argüman kadar gereksiz bir argüman yoktur. Öcalan’ın Erdoğan hükümetinin doğrudan yetki vermesiyle MİT ile görüşmesi Barzani-Erdoğan görüşmesine denk değildir. Bunun karşılığı 1958 darbeci-devrimcilerle Kürt özgürlük hareketinin görüşmesidir. 1961’de bu görüşmelerinin başarısız kalmasıdır. 1969 ateşkesidir, 1970 otonomi anlaşmasıdır, 1975 yenilgisidir. Sonrasında devam eden onlarca görüşmedir. Hepsi de başarısız olmuştur. Saddam rejimi ve onun güvenlik bürokrasisi ile geliştirilen ilişkileri saymıyorum bile.
         Barzani her şart altında Erdoğan ile görüşür.  Bunda sıkıntı yok. Lakin bir seçim çalışması ile gündeme gelen görüşmelerin PKK, BDP ve PYD cephesine karşı bir “yumruk” çalışması olduğu da aşikar. Bunu hem KDP yetkilileri ve yayın organları hem de Türk tarafının tüm medyası ve hükümeti açık açık dile getiriyor. Gerisi siyasi tartışmadır. Öcalan ve PKK’yi aradan çıkarıp daha düzgün argümanlarla bu görüşmeleri savunabilirsiniz. Yoksa anlamadığınız bir tarihi hiçleştirerek ekmek yemek fena ve acınası bir durumdur.


10 Kasım 2013

4 parça Kürdistan’da bayrak tartışması

Genelde ulusal bayraklar devletleşme  sürecinden sonra belirlenir. Buna çoğu zaman ulusal meclisler karar verir ya da ulusal kongrelerde alınan tavsiye kararı üzerine komite belirlenir, bayrağın şekli, rengi, anlamı tespit edilir. Bu durum kalıcı değildir, siyasi idareler, statü ya da devrimsel sosyal değişimlerden sonra bayrak da pekala değişebilir. Yine yeni oluşan meclislerce bunlar karar altına alınır. Milliyetlerin etnik olarak bayrağı yoktur. Milliyetlerin siyasi bir güç olarak devlet kurmasıyla bayrakları olur ki genelde güç-iktidar-devlet olmayı simgeler.  Konunun anlaşılması için birkaç örnek:
Türk bayrağının kabulünün hikayesi zaten biliniyor. Bunu es geçiyorum.

Kanada: 1876 ve 1931 devrimleriyle önce eyaletler birliği sonra konfederasyon şeklinde devletleşti. İngiliz kraliyet yasalarına bağlıydı. Her eyaletin ayrı bayrağı bir de “birlik bayrağı”(Britanya kızıl sancağı)  vardı.  1931 sonrasında başlayan devletleşme süreciyle birlikte bayrak sorunu ancak 1940’ta tartışılmaya başlandı. Yıllarca yarışmalar düzenlendi. 1964’te üç seçenekten biri olan  l'Unifolié (tek yaprak) modeli ulusal bayrak ilan edildi özel bir komite tarafından. 15 Şubat 1965 yılından itibaren de bu gün ulusal bayrak bayramı ilan edildi. 
Kanada-Britanya Kızıl Bayrağı 
Dosya:Canadian Red Ensign 1957-1965.svg
Kanada bayrağı (1964)
Dosya:Flag of Canada.svg
  Güney İrlanda (İrlanda Cumhuriyeti: 1921 İngiliz hükümeti yasasıyla 1922’de İrlanda’nın güneyi otonomi statüsüne kavuştu. Bugünkü bayrak, Kraliyet bayrağının yanında kullanılıyordu. 1937 yılında İrlanda meclisi tarafından ulusal bayrak olarak kabul edildi. Serbest İrlanda’dan sonra İrlanda Cumhuriyeti adını aldığı 1949 yılında da “Katolik-protestan ve orta buluşma” anlamına gelen yeşil, beyaz, turuncu renkli bayrak kabul gördü.
   Kuzey İrlanda ise farklı bir bayrakla temsil ediliyor. İki parçalı ulus birleştiğinde yenisi mutlaka meclis kararıyla belirlenir. Güney İrlanda bayrağı 1916 Paskalya ayaklanmasında kullanılan bayrağın aynısından değildir. 1918’de İrlandalı milliyetçiler ve Marksistlerin anlaşması sonrası önerilmiştir. 
İrlanda Cumhuriyeti bayrağı (Güney İrlanda)
Dosya:Flag of Ireland.svg
Kuzey İrlanda bayrağı
Dosya:Ulster banner.svg
Bu iki örnek sanırım konuyu yeterince açıklığa kavuşturur. Güney Kürdistan federal bayrağı diğer parçalardaki Kürtler için ancak büyük saygı duyulması gereken ilk özgür Kürdistan’ı temsil eder. Bu açıdan olayı değerlendirmekte fayda var. 4 parça Kürdistan devletleşir ve bağımsız olursa bu bayrağın kalıp kalmayacağı ancak o zamanki yönetimin-halkın karar vereceği bir durum olur. Bugün Ala Rengin’i diğer parçalarda savaşan örgütler için “ulusal kışkırtıcılıkla” dayatmak akıl izan işi değil. Özellikle Rojava’da KDP ekolünden gelen birkaç parti bu durumu sürekli kullanıyor, PYD’yi ve YPG’yi bununla güya Kürtler arasında itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Dünyanın en gereksiz uğraşı bu olsa gerek.  KDP’nin kendisi Rojava’da federal ya da bağımsız devlet kursa Güney Kürdistan hükümetinin kullandığı özgür Kürdistan bayrağını kullanamaz. Ala Rengin ancak Rojava’da şoven Araplara ve BAAS rejimine karşı şimdilik politik bir temsiliyettir. PYD ve diğer partiler öncülüğünde gelişen Rojava devrimi kendi otonomi sistemini “de jure” olarak kabul ettirdikten sonra ulusa bayrağa da karar verecek bir meclis mutlaka olacaktır. Bundan ötürü kimseyi bayrak üzerinden sınamamak elzemdir. Bundan yola çıkarak “şekil, sembol, simge” üzerinden parçalı Kürdistan özgürlük hareketini daha da ayrıştırmak etik olmadığı gibi tehlikelidir. Kürdistane Rojhelat kurulduğunda onlar da muhtemelen “Komari Kürdistana Mahabade” bayrağını kullanacaklardır. Rojava’da “kesk u sor u zer” TEV DEM bayrağı, Kuzey’de PKK başarılı olursa onun cephe örgütü KCK artık partiyi aşacak ve kendi bayrağını oluşacak sisteme sunacaktır. Bu tartışmalar bu kadar basit yürütülür. 


25 Ekim 2013

Kürdistan’da ittifak siyaseti-3: HDP eleştirisi

HDP eleştirisi:
  HDP, Türkiye halkları için bir ihtiyaç olabilir. En azından Türkiye’deki mevcut sosyo-ekonomik dinamikler ve bu dinamiklerin belirlediği ideolojik altyapı bunu açıklayabilir. Siyasi bir ihtiyaçtır, çünkü hala Türkiye’de demokratikleşmeyi de Kürdistanlı siyasi gruplar bir talep olarak sunuyor. PKK/KCK/BDP çizgisinin Kürdistan’ın otonomiye dayalı varlığının kabul edilmesi talebi, Türkiye’deki demokratik gelişmeleri doğrudan etkileyecektir, belirlemesi ise bugüne kadar yapılan karmaşık analizlerin anlaşılır halidir.  Yalnız HDP’ye yönelik eleştiriler de en sertinden yapılmalı:
   HDP, hala Kürt siyasi varlığının iteklemesiyle mevcut siyasi alanda kendisine yer bulma çabasında. Bunun sakıncalarından biri Kürdistan’a dair demokratik ve devrimci kaygıların, karmaşık taleplerin “solun iki kutuplu/işçi sınıfı-burjuvazi” çelişkisine kurban edilmesidir.  HDP, halı hazırda ideolojik ve politik olarak Kürdistan’ın sosyo-ekonomik durumunu, politik durumunu deklare etmiş bir parti değildir. Kürdistan’ın “sömürgeden de aşağı” statüsünü açık politik teorilerle açıklamış da değildir. Ne olduğu belirsiz proajit söylemlerle Kürt/Kürdistan sorununa çözüm aramak ise derinliksizdir. Hala HDP’li vekiller “Balyoz ve Ergenekon” gibi çete davalarına onların lehine itiraz edebiliyorlar. Ertuğrul Kürkçü durumu hala “hukuksuzluk” üstünden anlatamaya çalışıyor. Bu çetelerin eksik yargılandığını, Kürdistan’da işledikleri suçlardan da yargılanmaları gerektiğini dillendirmek yerine, KCK davalarıyla eşitleyip buradan çete hukukunu savunmak kötü niyet değilse TR solunun çapsızlığıdır da… Bu çeteler belki Kürdistan’da ve Türkiye’de işledikleri insanlık suçlarından yargılanmadılar, ama darbe girişimleriyle yargılanmaları da desteklenmeliydi. Bunun ötesi yok. Bu generaller çetesi eğer güç getirseydi Güney Kürdistan’ı bile işgal edecekti. (2004-2005/2007-2008 siyasi iklimi)
   Normalde Türkiye solunun çeşitli grupları bir araya gelir, bir siyasal güç oluştururlar, sonra da Kürdistan özgürlük hareketiyle ittifak yaparlar. HDP ise bu doğal siyasi gelişmenin aksine Kürdistan cephesinin hem nicel hem de nitelikli gücünü arkasına alarak var olmak istiyor. Bunun verimli olacağı kanaatinde değilim. Belki bir yerel seçim çalışması olarak denenebilir, ama uzun vadede böyle bir girişimin başarısız olacağı açıktır. Daha dün HDP genel başkanı Yavuz Önen’in “Genel seçimlerde BDP olmayacak, sadece HDP olacak.” açıklaması ise tam bir facia. O açıklama şöyle olmalıydı: “Genel seçimlerde PKK olacaktır, biz PKK ile siyasi ittifak yapmayı düşünüyoruz.”  PKK olmayabilir, ama en azından Kürt-Kürdistan adıyla kurulacak bir partiden de söz edilmesi elzemdi. PKK’nin yasal siyasi faaliyette bulunması ise HDP’nin hedefi olmalıydı.
   HDP’nin bu gevşek politik tutarsızlığına Kürt siyaseti ne diyor?
Kürt siyasetinin nitelikli kesimleri kendi hesaplarınca bu gevşekliğe sessiz kaldılar. Bu, daha çok PKK’nin ve Öcalan’ın 70’lerden beri terk etmediği epistemolojik bağlarla açıklanabilir. Oysa 1968 gençlik hareketleri Türk oligarşisinin terörize ettiği “demokratik ulusalcı”  hareketlerden öte değildi. Zaten ulusalcı-Türk paradigmasının dışına çıkan Kaypakkaya çizgisi de yaygın solun dışına itilmeye çalışılmıştır. Siyasi gelişmesi ciltlerle açıklanabilecek, takdir edilebilecek PKK ve Öcalan’ın 1968 espistemolojisiyle hala bağ kurması ise PKK’nin “Kürdistan sömürgedir.” tezine ise zıtlıktır. PKK’nin kendi devasa gelişmişliğine, dönüşümüne hakarettir. Eğer taktik bazı hesaplar yoksa PKK, 68 Türk devrimci ruhunun Kürdistan’daki etkilerini de tasfiye etmekle övünebilir oysa. Bir dönem  Kürdistan’da “Doğu Anadolu Bölge Komitesi-doğu komitesi-doğu sorunu” şeklinde kendi örgütsel faaliyetlerini yürütmüş bir solla karşı karşıyayız. Bu örgütsel anlayışta oldukları dönemlerde PKK’ye açıktan cephe almışlardı. Hala hâkim Türk kibrinin/Türk şovenizminin gizlenerek TR solunun yaygın gruplarında devam ettiğini düşünüyorum. (Bu konuda Kaypakkaya çizgisi ve MLKP/ESP çizgisi Kurtuluş/SDP çizgisi eleştirilerimin dışındadır.)
   Kısacası Türkiye sol hareketlerinin “sadece Kürdistan soluyla ittifak yapması” gibi bir lüksü ve ilkesi olmamalıdır. Kürdistan milliyetçileriyle de ittifak yapacak genişlikte olmalıdır. Eğer prensip olarak böyle bir fikre yakın sol yoksa Kürdistanlı ulusal kurtuluşçular için boşa kürek çekmekten öteye geçmez ittifak ilişkisi. HDP için de geç değildir. Gezi direnişi ve onun ulusalcı popülizmiyle iyi geçinmekten öte solun değiştirici, dönüştürücü normu; Kürdistan ve demokrasi meselesini Türkiyelileştirmekten geçer. Kürt siyasetinin temel omurgasınınTürkiyelileşmesi değil, Kürdistan ve demokrasi davasının tüm tarihsel ve siyasal haklılığını Türkiyelileştirmek olmalı prensip…
   Bu fikirlerimi dayandırdığım devrimci-politik durum:
1.       TC’nin Kürdistan’daki sömürgeci ve benzeştirmeci varlığı devam etmektedir.
2.       Kürdistan’ın ulusal kurtuluşçu talepleri karşılandığı sürece Türkiye’de demokratik gelişmelerin önü açılacaktır.
3.       Kürdistan’da yıllardır sürdürülen savaşın Türklerin her sınıfsal kesiminde yarattığı travmalar onların Kürdistani talepleri haklılık misyonuyla anlamalarıyla gerçekleşir. Bunun da yolu KCK’nin 3 temel talebinin sürekli dillendirilmesinden geçer.
4.       Türk egemenlik anlayışının iki kanadı olan muhafazakar ve laiklerin iktidar çekişmelerine karşı iki kutuptan da ileri somut demokratik talepleri 3.yol olarak adlandırılabilir.
5.       Gezi direnişine atfedilen abartılı rol bir daha gözden geçirilmeli, Gezi’nin sınıfsal niteliğinden ziyade siyasal yönü esas alınarak değerlendirmeler yapılırsa bu direnişin “devletle-yurttaş” arasındaki “itaat duvarını” yıkması olumlanabilir. Gezi’nin ulusalcı popülizmine karşı esaslı siyasi mücadele vermek en realist yöntemdir. Tüm devrimci ve demokratik talepleri “ağaç-yol-çevre” sorununa indirgeyip buradan temel muhalif hareket geliştirmekse gülünç bile değildir.
Not: Barzani hükümetinin Kuzeyli ve Rojavalı siyasi hareketlere karşı tavrı bu şekliyle devam ederse önümüzdeki yıllarda Güney Kürdistan’da “federal oligarşi” ile karşı karşıya kalacağız gibi… Kürdistan’ın doğal ve ekonomik kaynaklarının dış sermayeye açılması şimdilik serbest piyasa kurallarınca ama bir o kadar acımasız bir rüşvet ve bürokratik çarkla dönüyor. İlk kriz döneminde siyasi ve ekonomik alanda birkaç mali grubun askeri-siyasi müdahalesi ile mevcut demokratik ortam da darbe alabilir. Umarım Güney’in değişimci-devrimci siyasi grupları bu tehlikeyi aynı zamanda Barzani hükümetinin PKK/PYD’ye karşı tutumu üzerinden de okurlar.



12 Ekim 2013

Kürdistan'da ittifak siyaseti. 2

    Bir önceki yazıda daha çok KDP-YNK tandanslı Kürt özgürlük hareketinin ittifak siyasetini özet geçmiştim. Aslında ittifaklar konusunda 1966, 1975, 1979 dönemlerine ait bazı trajik olayları es geçmiştim. Bugün Güney Kürdistan özgür bir parça vatan toprağı olduğu için geçmişin trajik olaylarını deşme yerine daha özgün, daha serinkanlı değerlendirmelere ihtiyaç olduğunu düşündüğümden KDP’nin, YNK’nin  ve Irak Komünist Partisi’nin iç sorunlardaki “vandalca” uygulamalarına değinmemiştim.  Yukarıda bahsi geçen dönemlerde iç sorunlardan ötürü yaşanan “ölümlü” vakıaların çoğu iç ve dış ittifaklarla ilgilidir. PDK-İran genel sekreteri Süleyman Muini’nin öldürülüp İran güvenlik kuvvetlerine teslim edilmesi, İran’ın, kardeşleri tarafından öldürülen Muini’nin cesedini sokaklarda teşhir etmesi ise kan donduran bir iç trajedidir. Yine BAAS rejimiyle yapılan otonomi anlaşmasından hemen bir yıl Sait Kırmızıtoprak (Doktor Şivan),   Hasan Yıkmış (Brusk),Hikmet Buluttekin (Çeko)’nun infazları da Kürt trajediyasının diğer yönü… Çünkü meselenin diğer tarafında 1983 savaşından sonra BAAS güçlerinin alıp kaybettirdiği 8000 Barzani erkeğinin trajedisi var…
    Bu yazıda daha çok PKK, PYD cephesi ile KDP, YNK cephesinin ittifak anlayışlarını kıyaslayacağım. Güney Kürdistan mücadelesinin temel güçleri mücadele tarihi boyunca “Kuzey ve Doğu’daki” Kürtlerin tarihsel düşmanlarıyla (TC ve İran devleti) dönemsel ittifaklar yaptılar.  Bu ittifakları yaptıkları dönemlerde hiçbir “haklılık misyonları” olmamasına rağmen mantığa da bürüdüler bu ilişkilerini. Öcalan ve PKK’nin de Esat ve Suriye BAAS’ı ile bir ittifakı söz konusuydu. En azından Suriye rejimine karşı 1999’a kadar doğrudan savaş başlatmaması böyle okunabilir. Ama PKK asla Kürtlerin tarihsel düşmanları olan Arap ve Fars sömürgecileriyle ortak operasyonlar yapmadı kardeşlerine karşı. Oysa 1983 yılında Öcalan, Şam’a davet ettiği Mesut Barzani ile anlaşma yaptı ve KDP’nin içerisinde yer aldığı Demokratik Vatan Cephesi’nin YNK ile savaşının sonlandırılması için 1986 yılına kadar çaba gösterdi. Bu arada 11 PKK kadrosu da YNK ve YNK yanlısı aşiretler tarafından katlediliyordu.  1983 yılındaki “bırakuji”den sonra 2. bırakuji de 1992 yılında KDP-YNK-Türk devleti işbirliği sonucu yaşandı. Sonuçları Kürtler açısından tam bir felaket oldu. Yüzlerce gerilla, yüzlerce peşmerge bu savaşta Türk devletinin basıncı sonucu birbiriyle çatışmak durumunda kalarak hayatını kaybetti. Bir o kadar da yaralandı. İşin korkunç tarafı, PKK, esir aldığı peşmergeleri asla Saddam rejimine teslim etmedi, ama “Güneyli kardeşler” onlarca yaralı ve sağ gerillayı Türk karakollarına teslim ettiler. Ta ki PKK’nin Güney’den sökülemeyeceği anlaşılıncaya kadar… Şükür ki bugün özgür topraklarda bu tip çatışmalar yok ve artık ulusal kongrenin kapısında olduğumuz dönemlerden geçiyoruz.  2.özgür vatanda(Batı Kürdistan)  ise geçmişin bu tip çatışmalarından asla ders almadığı anlaşılan Suriye KDP’si ve onun etrafındaki Mustafa Cimo grubu hala iç karışıklıkları açık bir iç savaşa kanalize etme derdinde. Ne yazık ki Kuzey’de kendilerine “milliyetçi” diyen bazı kesimlerce savunuluyor.
   PKK’nin ittifak anlayışı:

PKK, 1990’lara kadar hiçbir grupla doğrudan ittifak yapmamıştır. Zaten örgütün kuruluşundan itibaren birçok Türkiye ve Kürdistan solu açık cephe almıştır PKK’ye; hatta bazı gruplar PKK’ye karşı savaş da açmıştır. Ama kendileri yenilmiştir. Bunlardan KUK (RNK) 1986 yılına kadar bu düşmanlığını Güney’de KDP’ye yaslanarak devam ettirmiş sonra tasfiye olmuştur. 1989 yılındaki seçimlerde SHP ile işbirliği yaparak meclise giren DEP’li vekiller ise PKK’nin kontrolü dışında yasal siyasi hareketi başlatmış, daha sonra PKK’nin gelişen mücadelesi karşısında ondan destek almak durumunda kalmışlardır. Bu destek giderek PKK/ERNK-HADEP ilişkisi içerisinde ulusal cephe dinamiği kazanmıştır. PKK’nin 1990’lı yıllarda Türkiye soluyla Dersim’de yaşadığı macera da ilginçtir. TKP/ML ve Dev-Sol/ silahlı propaganda birlikleri, TDKP gerillalarının ortak mücadele çağrısına PKK, “Dönem ikili iktidar ve Halk İktidarı” dönemi olduğu için bu örgütlerden itaat istemiş, Kürdistan’da misafir olduklarını hatırlatmış ARGK’nin (PKK’nin HPG’den önceki askeri gücü) direktifleri doğrultusunda hareket alanlarını kullanmalarını istemiş, daha sonra da bu örgütlerle silahlı çatışmalara girmiştir. PKK,  kendi insiyatifi dışında oluşan herhangi bir ittifaka sıcak bakmadı hiç. Ancak kendi kurumlarının hakim olduğu dönemlerde diğer gruplara “güç birliği, seçim ittifakı, ortak mücadele”  çağrısı yapar. PKK’nin ittifak siyasetinin temel esprisi budur. Bugün PKK’nin epistemolojisine  yöneltilen eleştirileri onun ittifak anlayışına yöneltip onun “milli kurtuluşçu” olmadığını iddia etmek ise 1992 yılı Shov TV tarzı propagandadan ibarettir. ( Bu dönemde birileri Shov TV’ye çıkarak Öcalan’ın Kürtçe bilmediğini bile iddia etmiştir. İlginçtir bunu söyleyenler aynı dönem Beka vadisine giderek Kürtçe Öcalan’dan 2 saat brifing almışlardır. ) KDP’nin siyasi tarihi Irak  soluyla ittifak yapmaktan harap düşmüştür. Üstelik bu ittifakla beraber  YNK ile büyük çatışmalar yaşamıştır. Yüzlerce peşmerge hayatını kaybetmiştir. Aynı şekilde YNK de Irak ve Suriye soluyla ittifak yapmıştır. Seçim ittifakları, TR soluyla Türkiye halkının devlete olan itaatini kırma girişimlerini, küresel koşulların gerektirdiği bazı girişimleri “milliyetçi” ideolojiyle hiçleştirmek ise basit bir kurnazlık ve ahlaksızlık. Eğer TR solu bu ittifaktan güçlü bir isyancı-muhalefet çıkaramazsa ona da yol verilir.  Daha sonuç alıcı bazı girişimler denenir. 
1988'de YNK ve PKK arasında imzalanan protokol 

1983 yılında Öcalan ve Mesut Barzani arasında Şam'da imzalanan anlaşma.  1986'ya kadar devam etti. 
   Bu belgeler, Faysal Dağlı'nın "Kürtlerin İç Savaşı" adlı kitabından alınmıştır.

9 Ekim 2013

Kürt Siyasetinde İttifaklar Meselesi: Tarihsel Arka Plan (KDP-İKP-CUD)

      Abdulkerim Kasım ve Abdulselam Arif’in 1958 yılında Irak’ta gerçekleştirdikleri darbeyle beraber Kürtler açısından Irak’ta yeni bir dönem başlıyordu. Irak anayasasında, Irak’ın Araplar ve Kürtlerden müteşekkil bir devlet olduğu maddesi yer aldı. 12 yıl boyunca sürgünde olan Mela Mustafa Barzani de Prag’dan Bağdat’a dönecekti. Bağdat’ta Barzani’yi Irak Komünist Partisi taraftarları ve Kürtler karşıladı. Irak Komünist Partisi 1952 yılından itibaren Birleşik Kürt Demokrat Partisi ile ittifak halindedir. Kasım’ın darbesini Arap komünistler ve Kürtler de desteklemiştir. Kasım ve Arif öncülüğündeki Hür Subaylar,  hükumet başkanı Nuri Sait ve Kral Faysal’ın da aralarında bulunduğu 19 kişiyi öldürerek Bağdat başkanlık sarayını ele geçirirler. İktidarı ele geçiren Hür Subaylar yeni hükumetin başına da General Abdulkerim Kasım’ı getirirler. O sırada BKDP 1.genel sekreteri olan Ahmet Kerküki bir bildiri yayınlayarak ihtilalci Hür Subayların darbesini Kürt Özgürlük hareketinin öncü partisi olarak desteklediklerini beyan etti. Bildiride aynen şu ibare yazılıydı:  “ Artarak süren Arap özgürlük hareketinin başarısı Kürt ve Arap halklarının eşitlik temelinde bir arada yaşamasını da beraberinde getirecektir. Partimiz tüm gücüyle yeni Irak Cumhuriyeti’ni destekleyecek ve koruyacaktır.”  Barzani’ye Bağdat’ta Eski başbakan Nuri Sait’in villası tahsis edildi ve Barzani de bunun karşılığında Irak Cumhuriyeti’ne bağlılığını ilan etti. Kasım’ın “anti emperyalist” mücadelesinden ve anayasal eşitlikçi reformlarından övgüyle söz etti. Irak Komünist Partisi’nin, BKDP ve diğer sol ve Kürt örgütlerinin ilişki kurduğu Kasım’ın kurdurduğu Halk Direniş Güçleri (HDK) Bağdat ve Musul sokaklarını kanlı çarpışmalardan sonra milliyetçi Araplardan temizlemişti. Bu durum, General Kasım’ı ürküttü.HDK daha sonra Kürtlere ve Komünistlere karşı eylemler düzenleyecekti. Kasım,  Komünistlerin Kürtlerle ortak yeni bir darbe yapacağından kuşkulandı. Bu arada BKDP içinde iki politik kutup çekişmesi vardı.  Bunlardan İbrahim Amed Kürtlerin geleceğini Arap milliyetçileri ve Nasır yanlısı tutumda görüyor, Hamza Abdullah ise Arap komünistlerinde görüyordu. Abdullah’a göre Sovyetler de Arap soluyla ortak ortadoğunun geleceğini kurtarır. Nihayet Barzani’nin müdahalesiyle BKDP içindeki Arap milliyetçiliği yanlısı hizip tasfiye oldu. Marksist Hamza Abdullah hizbi partiye hâkim oldu. 1960 yılında partinin adı KDP, Kürdistan Demokrat Partisi (Partiye Demokrata Kürdistan) olarak değiştirildi. Irak Komünist Partisi ile daimi işbirliği ve özgür eylemler temelinde ittifak kuruldu.
        1961 Eylül Devrimi                         : Abdulkerim Kasım yönetimi, KDP’nin Kürt şehirlerinde, Komünistlerin Arap şehirlerinde artan etkisini dizginlemek için 1958 anayasasına ihanet etmeye başlar. Barzani de Kürdistan dağlarına çekilir. 8 Eylül 1961 yılında Kürtler federal Irak ve otonomi için silahlı ayaklanma başlattılar. 1970yılına kadar geri dönülemez biçimde barış süreci heba oldu. 1964 ateşkesi de yetmedi. Bu arada BAAS şovenisti General Abdulselam Arif, 1963 yılında Kasım’ı ve yönetimini devirir. Irak Komünist Partisi’nin bir kısmı 1961 Eylül Devrimi ile birlikte Kasım’ın saflarına geçer. Bir kısmı da Kürtlerle ittifakı devam ettirme kararı alır. Kasım’ın devrilmesiyle birlikte Sovyetler Birliği’nin tavrı da Kürtlerden yana değişir. 1963 yılının ortalarında Moğolistan kanalıyla BM’ye “Kürtlerin otonomisinin tanınması” yönünde başvuru yapar. Dönemin Pravda gazetesinde KDP’yi öven yazılar çıkar. Kürtler için otonominin kaçınılmaz olduğu vurgulanır. Bu tavır elbette Sovyetler için ilkesel değildir. Yeni rejimin Irak petrollerini yabancı şirketlere sunmasından dolayıdır.  1967 yılında İsrail-Arap savaşlarında Araplar yenilince Irak’ta da şovenizm oldukça güçlendi. 1 yıl sonra Saddam Hüseyin ve bir grup general bir darbeyle yönetimi ele geçirir, hükümeti kurması için de El Bekir’i görevlendirir. Yeni darbenin ilk hedefi Irak Ulusal birliğini tesis etmek olur. 1970 yılında Kürtlerle otonomi anlaşması yapılır. Komünistler de parlamentoya girer. Tüm petroller millileştirilir. Petrollerin millileştirilmesi Kürtlerin de hoşuna gitmez Batılı devletlerin de… Durumdan memnun olan Arap şovenizmidir, Irak Komünist Partisi’dir, Sovyetler Birliği’dir. Barzani’nin ABD’li yetkililerle ilişkisi de bu dönemde, 1973 yılında başlayacaktır. Fakat Barzani Batılı devletlerin kendisiyle geliştirdiği ilişkilere de her daim temkinli yaklaşmıştır. Çünkü İngilizlerin tarihsel olarak Kürt düşmanlığı hep hatırdadır. ABD ise olaya statükocu yaklaşmaktadır:  Ne Kürtlerin kesin zaferi ne de Arapların bölgede kesin egemenliği …  Nitekim 1975 Cezayir Anlaşmasıyla ABD’de de İran Şahı Pehlevi ile BAAS’ın yanında yer alacaktır. Kürtler içinse bu tarih, yenilgi yılıdır. Aynı zamanda ayrılık, iç çatışmalar dönemidir de...
    Bu özetten sonra Mesut Barzani’nin Haziran 1983 yılında Serxwebun dergisine verdiği röportajdan kısa alıntılarla KDP’nin ittifaklar, sol ve emperyalizmle ilgili tarihsel tavırlarına göz atmakta fayda var: (Bu arada bu röportaj 2 Mayıs 1983 yılında KDP-YNK savaşında arabulucu olmak için KDP karargahında iken YNK’nin saldırısı sonucu yaşamlarını yitiren İbrahim Bilgin ve Mehmet Karasungur’dan bir süre sonra yapılmıştır. Bu kanlı dönemde Irak Komünist Partisi de KDP’den yana tavır almıştır. YNK, KDP’yi işbirlikçi ve hain olmakla suçluyordu. İdris Barzani’ye karşı ciddi suçlamalar yapıyordu. 1979 yılında Saddam’ın yönetimi ele geçirmesi, Baba Barzani’nin ölümü KDP açısından yeni bir paradigma oluşturmayı zorunlu kılmıştır.)
Soru: Irak BAAS rejiminin geleceği, iktidara karşı mücadele eden muhalif güçlerin kendi aralarındaki ilişkileri ve dayanışmaları, partinizin de bir parçası olduğu CUD’un (Demokratik Vatan Cephesi) yapısı ve mücadelesi hakkında bilgi verir misiniz? Günümüzde partinizin ve diğer demokratik güçlerin “anti emperyalizm” mücadelesinde aşması gereken sorunların zorlukları nelerdir?
M. Barzani: Bize göre ulusun yanında yer almadığı rejimin geleceği karanlık olacağından BAAS rejiminin geleceği de karanlıktır. Şimdi rejime karşı olan güçler arasında ilişkiler iyidir. KDP (partimiz) ve Irak Kürdistan Sosyalist Partisi tarafında Irak’ta Demokratik Vatan Cephesi kurulmuştur. CUD, şartların zorlamasından sonra gündeme gelmiştir. Bazı kesimlerin dar çıkarları  veya bazı insanların konuşmasıyla dışarıda değil, CUD bütün Irak halkı ve özellikle Kürt halkının dayatmasıyla kurulmuştur. CUD’un kapısı, onun şartlarını kabul eden her Irak partisine açıktır. Her ne kadar CUD’un en iyi cephe olduğunu söyleyemiyorsak da bugün Irak şartlarında var olan dayanışma ve birlikler arasında en iyi olanıdır. CUD ve partimiz önünde problemler çoktur, ama emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele etmede BAAS rejiminin alternatifini (ihtilafi güçlerin birliği) ve demokratik rejim getirmede hepimiz kararlıyız.
CUD'a bağlı hareketler: 
1-Irak Sosyalist Partisi. 
2-Kurdistan Sosyalist partisi 
3-Kurdistan Halkci demokratik Partisi, 
4-Kurd Sosyalist Partisi(PASOK) 
5-Irak Demokratik Birligi 
6-Kurdistan Demokrat Partisi 
7-Irak Komunist Partisi 
      CUD’un bildiri dili, ittifak anlayışı, ortaklık şartları göz önüne alındığında döneme oldukça uygun bir yapılanmadır ve dönemin YNK’sinin ağır saldırılarına maruz kalmıştır.

   Bugünlük ittifaklar kronolojisi ve siyasi yaklaşımları özetledim. Bundan sonraki yazıda PKK-KDP-PYD’nin ittifaklar siyasetini kıyaslamalı çıkarımlarda bulunacağım. Bu yazı bir ön fikir olabilir. 

18 Eylül 2013

Konudan konuya; Müzakere, güç, PKK, ABD, Kürt Milliyetçiliği


Müzakere sürecinde Kürt hareketi çok taviz vermedi mi?
Sürecin başından beri bunun bir müzakere olmadığını hep söylerim, yazarım. Murat Karayılan sürecin başında buna “istişare” demişti, Öcalan geçen günlerde buna “diyalog çalışması” dedi. Müzakerelerde mevcut sorunların doğru ya da yanlış değerlendirilmesiyle “çözümcü sonuca”  ulaşılmaz. Var olan sorunlar çok tartışılmış olabilir, üzerine fikir yürütülmüş olabilir. Ama asıl sonuç, çatışan tarafların mutlak ve göreceli güç durumlarının değerlendirilmesiyle sağlanır. 
Güç nedir?
Tarafların askeri varlıklarıdır, siyasi destekleridir, diplomatik başarılarıdır, konjonktürel duruma uygun aldıkları pozisyondur.  PKK açısından asıl güç, “Kürtlerin tarihsel haklılıklardır. Sömürge pozisyonlarıdır, asimilasyonun varlığıdır.” 
  PKK, Kürtleri bir sorunun çözümünde temsil eder mi? 
Ortada Kürtlerin ulusal haklarının gaspı var. Kültürel, ekonomik ve toprak gaspı… Hatta Kürt emeği gaspı… PKK ise bunları dert ederek bir direniş başlatmıştır. 1970 Türkiye’sinde programına “Kürt” yazdığı için kapatılan sol partiler dikkate alındığında PKK’nin illegal yöntemlere girişmesi ise kaçınılmaz bir tarihsel olay olarak karşımıza çıkar. Kurulduğu günden bugüne kadar bu şartlardan herhangi bir esneme ya da pozitif değişim gerçekleşmemiştir. Türk devleti ulusal hak gaspını hala devam ettiriyor. Çatışmasızlık sürecinin başlamasıyla değişebileceğine dair umutlar üretmesine rağmen bir tıkanma yaşamaktır. Nesnel sorunları kendisine dert edip Kürtlerin hakları lehine politika yapmak isteyen PKK elbette Kürtlerin nicelik olarak büyük çoğunluğunun desteğini almasa da ulusal bir temsildir ve muhatap kabul edilmelidir, edilmiştir de… Gerisi iç politik Türk masallardır. Kaldı ki PKK’nin anayasal güvenceyle ismi-emeği üstüne politika yapması sağlandığı takdirde ancak Kürtlerin sayısal olarak onu destekleyip desteklemediğini öğrenebiliriz. Mevcut iklimde bunu ölçme şansımız yok. BDP’nin genel ve yerel seçimlerden aldığı oy da bunu ölçmez, çünkü “Kürdistan”terimi bile yasak. Anadilden propaganda imkanı yok. Tüm siyasi araçlar kullanılamıyor, BDP haliyle Türk sisteminin iklimine göre siyasi çalışma yapıyor, onun anayasayla çerçevesini çizdiği şekilde ancak faaliyet yürüyor. Buna rağmen BDP yine siyasi baskı görüyor, binlerce çalışanı, yüzlerce üst düzey üyesi, onlarca belediye başkanı ve 6 milletvekili tutsak edilmiştir. Tutsak edilme koşulları ortadan kaldırıldığında anayasal güvence sağlandığında ancak o zaman Kürtleri hangi partinin temsil edeceğini görme şansımız olur. Şimdilik Kürt-Kürdistan programı olan PKK, Kürtlerin yüzde 5’nin oyunu alsa bile onların siyasi temsil iddiasını pekâlâ sürdürebilir, onlar adına masaya oturabilir. Zira ulusal sorunlar aynı zamanda sömürge ve asimilasyon toplumlarında aydınlanma, modernleşme, bilinçlenme, fikir yayma etkinliklerini de içinde barındırır. 
PKK’nin milli kimliği var mı?
Yoktur, iddiasını milliyetçi olduğunu iddia eden kimi Kürtler dillendiriyor, PKK, Kürt milliyetçisi bir harekettir, söylemini ise Kürt düşmanı Türk sağı, solu, liberal milliyetçileri, dindarları, ulusalcıları dillendiriyor.  Bu paradoksun bu şekliyle ortaya çıkması  aslında Türk egemenliğinin “tasfiye” programının ve sömürgeci amaçlarını devam ettirmesinin argümanından kaynaklıdır. PKK’nin “ulusal-milli” kurtuluş olarak kodladığı ideolojik politik hat var. Bu hattın öncüsü partidir. Partinin kaba sosyalist çizgisi koşullara esnemiş, bugün itibarıyla seçimli demokrasiyi,  çok partili otonomiyi, her türlü örgütlenme özgürlüğünden yana demokratik sosyalizm şeklinde formatlanmıştır. Bu geçiş sancılı olmasına rağmen reformisttir, gelişmelere açıktır. Partinin sosyalist kimliği çatışma dönemlerinde ulusal cephe ve ulusal ordu kurmasına engel değildir. Çatışma dönemlerinde sosyalist öncü parti cephe ve orduda bir miktar örgütlenebilir, ama tüm siyasi kanaatler bu cephede yer alır. Bu cephe liberaline de dindarına da milliyetçisine de ulusalcısına da (Kürt ulusalcısı),serbest piyasacısına da anarkosuna da hatta ırkçısına bile açıktır. Çatışma sonrası özgürlük döneminde ise zaten cepheden, öncü partiden kopuşlar olur yeni partiler demokratik biçimde yarışır. Bugün “PKK, milliyetçi değildir, o halde Kürdi değildir.” önermesi kadar gereksiz bir önerme yoktur. Bunu tartışmak siyaset tarihi, self determinasyon, ulusal tarihi,  siyaset felsefesini falan bilmemekle alakalı. “PKK milliyetçidir o halde ulusal kurtuluşçu değildir” diyen solcu cenahın akılsızlığı kadardır. Yani, demem o ki milliyetçi Kürt partisi bu derde öncülük etseydi parti milliyetçi kalırdı, cephesi, ordusu her fikirden siyasi grubu bünyesine katardı. 1970 dünyasından sonra milliyetçi Kürt partisi büyür müydü? Türkiye Kürdistan’ı koşullarında sanmıyorum, çünkü Şırnak’ın bir köyünden diğer köyüne gidilirken geçer akçe “aşiret”ti. Bu sosyal yapının parçalanıp devrimci dinamiklerinin açığa çıkması için dünyaya daha geniş daha bakan radikallere ihtiyaç vardı. Bunu milliyetçilikle başarabilecek herhangi bir Kürt lider Kürtler nezdinde Öcalan kadar itibar görür, saygı duyulurdu. 
   Güney Kürdistan’ı Amerika mı kurdu? Kürtler neden ABD’yi dert ediyor? 
Bu tartışmayı “anti emperyalizm” denen sığ, baş belası argümandan bağımsız yapmak istiyorum. Ulusal kurtuluş davalarında devletler ve küresel dünya sadece bir müttefik programı çerçevesinde değerlendirilir. Herhangi bir güce yaslanarak, ondan güç alarak düşmanımızı zayıflatabilir miyiz ya da yenebilir miyiz iddiası belirleyicidir. Tüm bunlara rağmen uluslararası sermaye güçleri ve büyük devletler nezdinde Kürtlerin, Kürdistan’ın yeri Türk-Arap ve Fars devletleriyle ilişkilerinde basit bir problemdir. Güney Kürdistan, ABD ve Batı dünyasına rağmen geç kurulmuş bir devlettir. ABD’nin, Batı’nın, Sovetlerin, BM’nin Kürdistan derdi Enfal soykırımı döneminde bile olmamıştır. Ancak ulus devletlerin kendi aralarında çatışması sonucu müttefik siyasetini iyi süzen Kürt grupları bunlardan yararlanarak özgür bir parça vatanı yaratabildiler. Uçuşa yasak bölge, 2003 Irak işgalinin sonuçlarını doğru hesaplayan, buna göre pozisyon alan Güneyli Kürt hareketleri bunu değerlendirmişlerdir. Hepsi bu… Güney Kürdistan, yüz binin üstünde insanın kırıma uğramasıyla kazanılmıştır. ABD etkisi, Batı etkisi en güçlü dış etken, en zayıf iç etkendir. Aslolan yüzyıllık bir mücadele dinamiğidir. Rojava’da durum farklı, çünkü Türk devletinin ABD ile yürüttüğü siyasi ittifak Suriye ve Rojava sorununda Kürtlerin lehine değildir. Buna rağmen dış müdahale olursa Batı Kürdistan silahlı ve siyasi gücü buna uygun pozisyon alacaktır, almalıdır. Çatışmadan kaçınarak siyasi yolları denemesi ise akılcı olur. Durduk yere ABD’yi davet etmenin de bir anlamı yok Kürtler açısından. Ama ABD ve Batı dünyası gizli ya da açık garantiler verirse çıkıp meydanlara “Yaşasın ABD, yaşasın Batı” diye bağırmaktan da utanmamak lazım. Ulusal haklar "insanlık suçları hariç her  yolla kazanılmalı" 1970 ve 1980ler dünyasında Güney Kürdistan’ı yalnız bırakan Batı'yı, bugün de BM’nin hala garantiye almadığı statüden dolayı BM’ye lanet okumak da ideolojik bir haklılıktır. Ama reel politikte "gücün varsa" Batı ile oynaşabilirsin. Bu da ayrı konu...
   Sol-Rojava-Kürt milliyetçiliği vs vs vs de sonraki yazıya kalsın. 

23 Ağustos 2013

Derdi Kürdistan olmayan Sosyal ağ Kürt Milliyetçileri (Derdi Kürdistan olanlara saygı) üstüne

 Özellikle twitterda takip ettiğim kadarıyla kendilerine Kürt milliyetçisi diyen, ama genelde PKK/PYD/BDP karşıtı her olayı, her kara propagandayı, her negatif eleştiriyi dünya basınından tararcasına alıp yayan bir kesim var. İddiaları da şu: “PKK, milli bir hareket değildir, biz milliyiz, vatanı kurtaracağız.” Bu iddia yeni de değil. Tam böyle denmese de geçmişte, Rızgari, KUK ve benzeri örgütlerin ideolojik hamlıklarından kaynaklanan söylemleri vardı. Fakat Rızgari de KUK da bu sosyal ağ milliyetçileri gibi değildi, en azından liberal Türk milliyetçilerinden ve muhafazakar Türk milliyetçilerinden RT, FAV almak gibi dertleri yoktu.  Belki de iyi niyetli Kürdistan davasının dönemsel sorunlarına kurban oldular. 1970’li yılların sonunda PKK/Öcalan hakkında her yayından haber, bilgi, olumsuz eleştiri toplayıp afişe eden Doğu Perinçek bir de Halkın Kurtuluşu diye bir örgüt vardı. Bu sosyal ağlardaki tescilli KÖH düşmanlarını biraz bunlara benzetiyorum. 1980’li yıllarda buna Kemal Burkay eşlik etti. Gerçi o hala devam ediyor. 1990’lı yıllarda PKK içindeki çekişmelerden kaçıp devlete sığınan itirafçılara bu rol verildi. Kimisi hala devam ediyor, kimisi utanmışlığıyla bir kenara çekildi, kimisi Öcalan çizgisinin tartışmasız başarı çizgisi olduğuna inanıp kenardan köşeden izliyor. Bu da iflas edince yeni konsept görece milliyetçi ve muhafazakar Türk liberalleriyle zihin zihine bir tarz oluşturuldu, şimdi onun karın ağrısı baş gösterdi.
   Tezler:
“ Ulus devleti aştım, diyorlar, Kürt milliyetçiliğini reddediyorlar.”
Cevap: Ulus devlet kurmayı başaramayan PKK, küresel koşullar içinde yeniden politik-askeri-ideolojik mevzi aldı ve egemen ulus devleti zayıflatarak demokratik yollardan otonomiyi başarmanın peşinde. Hepsi bu. Milliyetçilik dediğimiz şeyi PKK” ulusal kurtuluş” olarak kodluyor. Bunun sol-sosyalist tarihle, deneyimlerle ilgisi var. Buradaki “milliyetçi” kod daha çok egemen milletlerin “şeytanca” politik  alanı olduğu için o terimden kaçar. Bence doğrusu da bu… Ulus devlet kuracağım, dediğiniz an bunun gereklerini de yerine getirirseniz bir anlamı olur. Küresel-bölgesel bir savaşın tüm yakıcı yıkıcı sonuçlarını göze alırsınız, devletinizi kuracak kadar bir politik askeri güç yaratırsınız ya da tekrardan yenilirsiniz. (1925-1938 yenilgileri) PKK, Türk devletiyle savaşında Türk sömürgeciliğini kesinkes yenilgiye uğratamadı, ama yenilmedi de… (Güçlendi) AKP iktidarıyla birlikte şartlar değişti, AKP’nin konuşulabilir, anlaşılabilir bir iktidar olduğu gerçeği fark edildi. Şimdi de demokratik anayasal süreçlerle otonomi mücadelesini sürdürüyor.  Haliyle ideolojik politik argümanı da “ulus devleti aştım, sen de Kemalist sömürgeciliği aş da konuşalım, barışalım, dağlarda namlular konuşmasın, gel bir dereden su içelim” tavrına döndü. Özetle Türk devleti kaba sömürgeciliği aşarsa PKK ulus devleti aşacak…  PKK’nin ulusal cephe örgütü eskiden ERNK’ydi. Şimdi KCK, KCK içinde milliyetçi Kürt eğilimi de var, solcu da var, liberal de… Hangi düzeyde hangi eğilimin temsil edildiği tartışması erken,ancak kalıcı barıştan sonra bunu sağlıklı değerlendirme imkanımız var. PKK dışındaki Kürt örgütlerinde milliyetçi olanları var mı, var. Ama ulus devlet kurmanın gereklerini yerine getirmede şimdilik pire kadar güçleri var. Kabul edelim, durum bu… Ulus devlet hakkı Kürtler için tarihsel bir haktır. Her hakkı da saklıdır. PKK, yenilse bile bu hakkı kullanacak Kürtler olacaktır. (Katalonya, BASK ve benzeri örnekler bunu kanıtlar. 35 yıl boyunca diktatörlük neredeyse iliklerine kadar İspanya’nın ezilen milletlerini yendi, ama 39.yılında kazanan Katalonya ve diğer topluluklar oldu. İspanya da kazandı.)
Tez:
PYD, Rojava’da otoriter bir sistem kurmuş, diğer partilere yaşam hakkı tanımıyor. Barzani’nin posterleri yakılıyor, Ala Rengin’e izin verilmiyor
Benim görüşüm: Bunca yalanı nasıl hayal ettiniz, nasıl kurguladınız, hayret… İç savaş koşullarında tüm partilere özerklik anlaşması için çağrıda bulunan, açık seçik çok partili, seçimli demokratik idare isteğini diğer parti ve örgütlerle paylaşan PYD’ye bunu söylüyorsunuz. Askeri güç şimdilik YPG’de tekilleşmiş. Üstelik artık cephelerde savaşan bir YPG’den daha fazlası var Rojava’da… Asayiş, emniyet, zabıta ve benzeri güvenlik bürokrasisi… De facto bir yönetime geçersin, ulusal meclisin olur, ulusal kongren olur, ulusal ordulaşmayı da oluşturursun. Teorik olarak bu kadar basit… Güney Kürdistan ulusal ordulaşması kendine has… İki ayrı askeri örgüt savaş yürüttü, ayrı politik ve askeri stratejilerle… Haliyle ulusal ordulaşma da bu minvalde gelişti ki giderek kurumsallaşıyor. 

   Bayrak meselesi şimdilik ayrışma noktası olmamalı. Rojava’da Al a Rengin de dalgalanıyor, sallanıyor, TEV DEM al a rengini de… Bu konudaki çarpıtma iyi niyetli değildir. Ulusal Kongre sonrasını beklemekte fayda var. Bunlar hep üzerinde tartışılacak teknik konular. Semboller üzerinden ayrışma ertelenmeli… Gerisini tartışmıyorum bile… 

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.